Yaşar Kemal’in 1976 yılında yayımlanan romanı Yılanı Öldürseler, Hasan’ın dramatik hikâyesini konu alır. Hasan ile hapishane arkadaşlığı yapmış olan bir anlatıcı tarafından anlatılan Hasan’ın bu hikâyesi her ne kadar bireyin irade bağlamında toplumla olan ilişkisini, toplumun bireyin özneliği üzerindeki baskın rolünü, bir başka deyişle bireyin psikolojisinin toplum tarafından kontrol edilişini anlatsa da köy toplumunun katı toplumsal normları, suçun bireyselliği/toplumsallığı, toplumsal cinsiyet rolleri, taşra toplumu ve kültürü de romanda okura iletilen başlıca konulardır.
Romanda olay örgüsü kronolojik olarak düz bir çizgide ilerlemez ve olaylar anlatıcı tarafından karışık olarak verilir. Romandaki süreklilik bu kurguyla sağlanırken, olayların merkezinde Hasan bulunur. Güzelliği roman boyunca sık sık vurgulanan Hasan’ın annesi Esme ise ‘hedefteki’ karakterdir. Esme Abbas’a âşık olmasına rağmen Halil tarafından zorla kaçırılır ve bu zorunlu birliktelikten Hasan dünyaya gelir. Hasan altı yedi yaşlarındayken, babası Halil, Abbas tarafından öldürülür. Ertesi güne Abbas’ın öldürülmesi, toplumun intikam hırsını dindirmez. Neticede Abbas’ın sevdalısı olan Esme, bu olayın asıl sorumlusu kabul edilir. Nitekim toplum gözünde Esme dillere destan güzelliğine sahip olmasaydı, Halil’in ölümü gerçekleşmeyecekti. Bu noktada gerek başta Hasan’ın ninesi, gerek amcaları, gerekse köy halkı tarafından Esme asıl suçlu olarak görülür. Esme’nin varlığı toplumun huzurunu kaçırmaktadır. Bu durumun sebebi, taşranın kendi örf ve adetlerince belirlenen toplumsal kuralları Esme’nin çiğneyişidir. İçinde bulunduğu toplumun kendisine biçtiği toplumsal cinsiyet rollerini çiğneyen Esme, cezalandırılmayı hak etmektedir. Hasan’ın dayılarından çekinen amcaları, bu cezalandırmayı Hasan’ın yerine getirmesi gerektiğini düşünürler. Hasan’ı bu eylem için ikna etme noktasında da çeşitli yollara başvururlar. Kimi zaman Hasan, toplum tarafından dışlanırken, kimi zaman da Halil’in hortladığı, ‘yılan’a dönüştüğü ve insanlara ancak ve ancak Esme’nin ölümüyle kabrinde rahat uyuyabileceğini söylediğini köy halkı tarafından çeşitli hikâyelerle duyar. Psikolojik olarak ciddi bir bunalımın içine giren Hasan, toplum tarafından sürekli uyarılır. Bu uyarılmalar, Esme ve namus hikâyeleriyle tırmanır ve Esme’nin ahlaksızlıklar yaptığı şeklindeki hikâyeler sıklaşır. Hasan’ın da rüyasında Halil’i görmesiyle iyicene şiddetlenen bu sosyal psikolojik baskı, Hasan’ı eyleme, annesi Esme’yi öldürmeye iter.
Romanda suçun şahsiliği bağlamında Hasan suçlu olarak gözükse de aslında Esme’nin ölümünün sorumlusu veya sorumluları toplumdur. Nene’nin başını çektiği Hasan’ı suça iten toplumsal örgütlenme kendini en çok sesler aracılığıyla gösterir. Roman’daki sesler, köy halkının sesidir. Köy halkı Esme’nin cezalandırılması gerektiğini ifade ederken, bir yandan da böyle destansı bir güzelliğin ölümümün Tanrı’nın hoşuna gitmeyeceğini söyler. ‘Güzelliğin’ köy halkınca meşruluğu sorununun altı çizilirken, Esme’nin cezalandırılması da toplumun vicdan muhasebesine dönüşür. Esme’nin güzelliği, saflığı ve iyiliği temsil ederken toplum tarafından içselleştirilemez ve sonunda bir suç unsuru olarak bulunur.
Kadın rolüyle öne çıkan Esme, Halil’in ölümünden sonra evi evirip çevirir, işleri geçindirir. Bu bağlamda güçlü olan Esme, toplum karşısında zayıftır. Oğlu Hasan ile birkaç kaçma girişiminde bulunan Esme hepsinde başarısız olurken, köy romanlarında ‘devlet’i simgeleyen jandarma da ortalıkta yoktur. Anavarza’da geçen bu köy romanında devlet ögesinin vurgulanmaması da taşranın kendi içindeki kurallarının özerkliğini simgeler. Köy toplumu, kendi yasalarına sahiptir. Bu yasalar içerisinde de kadına şans tanınmaz. Esme’nin şanssızlığı veya zayıflığı bu noktada öne çıkar. Güzelliğiyle Abbas’ı kendisine âşık eden Esme, köy toplumunun kendi gelenekleriyle ters düşmüştür. Toplumun rahatsızlığı ise burada ortaya çıkar.
Shakespeare’in “Bütün dünya bir sahnedir.” sözünden yola çıkan Goffman, dünyanın bir tiyatro sahnesi olduğunu ve kişilerin toplum karşısında rolleri olduğunu ifade eder. Kişinin bu rollerin dışına çıkması tıpkı Esme’nin toplum karşısında rolünü oynamaması gibi toplum tarafından hoş karşılanmaz ve toplumda hoşnutsuzluk, rahatsızlık ortaya çıkarır. Esme, köy toplumu tarafından belirlenen rolleri çiğnemiştir ve taşra toplumu içerisinde oluşundan ötürü zayıf kalmıştır. Bu noktada Hasan ise rolleri oynayan ve toplum tarafından olumlu bir dönüt alan karakter olarak dikkat çeker. Nitekim anlatıcı kitabın sonunda Hasan ile yıllar sonra buluştuğunu, Hasan’ın hali vakti yerinde olduğunu, biçerdöverlere, traktörlere sahip olduğunu, altı tane çocuğunun olduğunu, koca bir konak yaptırdığını ifade eder. Hasan, annesini öldürmesiyle rollere uymuş ve toplum arasındaki yerini sağlamlaştırmıştır.
Yaşar Kemal’in gerçek bir hikâyeden esinlenerek yazdığı bu roman, kendi hayatından da pek tabii izler taşır. Buna ek olarak kitabın yayımlandığı dönem, kamuoyunun bu toplumsal meseleler ile muhatap olduğu yıllardır. Dönemin sosyal izlerini taşıyan Yılanı Öldürseler, taşradaki bireyin eylemlerinde ne derece bağımsız olabildiğini gözler önüne serer. Kent yaşamına nazaran her ilişkinin iç içe olduğu taşrada her bireyin eylemi toplumu etkileyen bir unsur olarak önemlidir. Esme’nin ölüm sahnesinin detaylı verilmeyişi, bir nevi ‘birdenbire’ oluşu Hasan’ın bir birey olarak iradesinin serbestliğinin zayıflığını vurgular.
Sonuç olarak Yılanı Öldürseler, kurgu ve dildeki başarısı bir yana bahsi geçen meseleleri ele alışı ve bu meseleleri hikâyede işleyişiyle başarısını ispatlıyor.
Furkan Şahin