1. Sarayburnu
Haliç ve Marmara Denizi’nin ayraç görevini gören Sarayburnu, içinde birçok tarihi yapıyı barındıran ve 1985’te UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş tarihi bir mekandır. Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı’nı da içine alan Sarayburnu, Sultanahmet Meydanı’na kadar uzanarak ihtişamını gözler önüne seriyor. 10 Temmuz 2020’de, 86 yıllık hasretine son verilen ve muştulu bir vuslat ile şereflenen Ayasofya Camii tüm görkemiyle birinci tepemizde baş köşeyi kapmış durumda. Sarayburnu tepesi; geniş sadrı ve bitmeyen sabrıyla Sultanahmet Camii ve İbrahim Paşa Sarayı’nı da kutsal bir şuur ve karizmatik bir endam ile kucağında taşıyarak tarihin kutlu şölenini sunmaya yüzyıllar boyu devam etmiştir.
Sultanahmet Meydanı olarak bildiğimiz bölge, Osmanlı Devleti öncesi dönemlerde yapılan at yarışları sebebiyle hipodrom olarak kullanılmış ve Sarayburnu’nun semalarında nal sesleri yıllarca yankılanmıştır. Yine bu tepede yer alan ve Bizans kilisesi olarak inşa edilen ve sonraları birkaç yangın geçirmesi sebebiyle onarılan Aya İrini Kilisesi, Osmanlı Devleti döneminde müzeye çevrilerek Osmanlı’nın ilk müzesi olma şansını yakalamıştır. Ayasofya’dan çıkıp da Beyazıt’a doğru yol aldığımızı düşünürsek yolun sağ tarafında gözlerimizi gezdirdiğimiz vakit Milion Taşı denilen bir taş ile karşılaşırız. Bu taş Antik dönemde, Roma’nın merkezi sayılırmış. Su ve taşın birbiriyle buluşunca yaşadığı mutluluğu ziyaretçileriyle paylaşan Yeraltı Sarnıcı da tepemizin nadide eserlerinden.
2. Çemberlitaş
Tramvay ile gelip geçerken hepimizin içinden geçtiği ve bizi bol taşlı yapısıyla selamlayan Çemberlitaş… Bizans’tan günümüze kadar gelmeyi başaran ve İstanbul semalarına yükselen sütunu ile ünlenerek adını alan Çemberlitaş, bir diğer tepemiz. Mekana anlam katan eserlerden biri olan Nûr-ı Osmânî Camii, İstanbul’da barok usulü ile yapılan ilk camii olma özelliğini taşıyor. Firuzağa Camii, Binbirdirek Sarnıcı, Çemberlitaş Hamamı, Çorlulu Ali Paşa Camii, Çinili Han, Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı gibi birçok yapıyı içinde barındıran tepe aynı zamanda Bizans İmparatoru II. Theodosius tarafından inşa edilen Şerifiye Sarnıcı ile ziyaretçilerine kucağını sonuna kadar açıyor.
Cağaloğlu sokaklarında dolaşırken, tarihin eşsiz havası sizi yoracak olursa ara sokaklardaki bir kafede oturup hem soluklanıp hem de çayınızı yudumlayarak Çemberlitaş’ın tatlı telaşının sesini dinleyebilirsiniz.
3. Beyazıt
Mimar Sinan desem, kalfalık eseri desem eminim ki gözünüzde ihtişamı ve merhametiyle sizlere bakan koca bir Süleymaniye Camii canlanacaktır. Şehzadebaşı’nın abisi, Selimiye’nin kardeşi olan ve Beyazıt tepesinin kalbine kurulan Süleymaniye Camii, başından eksik olmayan kuşları, paçasından düşmeyen kedileri ve kapısına uzanmış köpekleriyle tam bir doğal görsel şölen sunuyor. Karşı sokağından ağır ağır yürürken okunan ezan ile gözünüzü kapısına diktiğiniz vakit içinize dolan huzur, Beyazıt’ın sinesine işlemiş vaziyette yüzyıllardır durmakta. Caminin kubbesini süsleyen dört minare Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah oluşunu, minareleri taçlandıran on şerefe ise Osmanlı tarihinin onuncu padişahı oluşunu simgeliyor. Bizlere de bu mimari deha ile inşa edilen camide namaz kılıp ecdada ve Mimar Sinan’a dua etmek düşüyor.
İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü’nün içinde bulunan Beyazıt Kulesi, İstanbul’un yangınlarını gözetlemek amacıyla inşa edilmiş bir kule. Bildiğimiz üzere İstanbul’un belli dönemlerinde kundaklamalarla çıkarılan yangınlar meşhurdu. Depremde verdiği hasardan dolayı taş yapıdan uzaklaşıp ahşap evlere ağırlık veren İstanbullular bu kuleye çokça ihtiyaç duymuş mudur, ne dersiniz?
4. Fatih
Gelelim benim ve birçoğumuzun hem doğduğu hem doyduğu güzel, bir o kadar mahzun tepeye, Fatih tepesine. Bizans döneminde, Hz. İsa’nın on iki havarisine ithafen inşa edilen Havariyyun Kilisesi’nin olduğu bölge, fetihten sonra Fatih Camii ile şereflenmiş ve milyonlarca abdestli ayağa yol, aydınlık alna secde görevi görmüştür ve görmektedir. Kapılarının her birinin ayrı bir kalabalığa açıldığı bu camii, tepenin altın yaldızı gibi parlamakta ve her nazarın karşısında yerden göğe uzanan taşlarıyla göz doldurmakta, gönüllere minareleri ile dokunmakta. Göğün siyah perdesi, yavaştan kubbenin etrafını sarmaya başladı mıydı, müezzin elini kulağına götürüp de “Allah-u Ekber” lafzını etti miydi, işte o zaman ışıltısını bulutlara kadar taşıyan Fatih, adını aldığı kutlu padişahın altındaki at gibi şaha kalkar da uzanır İstanbul’un sonsuz göğüne ve engin deryalarına.
Tepede yer alan diğer bir yapı, Sahn-ı Seman Medresesi’dir. İsmin anlamı “sekiz odalı/avlulu” olup medresenin müfredatı Ali Kuşçu tarafından belirlenmiştir. Fakat sonraları tahribata uğrayan yapının yalnızca bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.
Fatih öyle mimari eserlere şahitlik etmiştir ki her bir yanından sesler gelecek olsa ne hikayeler, ne destanlar çıkar… İşte bu eserlerden birisi de Bizans döneminde Pantokrator Manastırı olarak inşa edilen, fethin ardından camiye çevrilen Molla Zeyrek Camii. Bu eser, Ayasofya’dan sonra Bizans’tan bize kalan en büyük ve mühim dini yapıdır. Ayrıca bu caminin yakınlarında bulunan Eski İmaret Camii, Doğu Roma döneminde Pantepoptes Manastırı Kilisesi olarak inşa edilmiş sonraları camiye çevrilmiş ve buradan fakirlere yemek dağıtımı yapılmıştır.
“Fatih’te dolaşırken karşımıza aniden çıkan bir taş var, bu ne ola ki?” derseniz onun ismi üzerindeki peri kızı motiflerinden gelmekte; Kıztaşı. Esasında Bizans imparatoru Marcianus anısına dikilen taşın, graniti Mısır’dan olmasına karşın tepe kısmı Antik Yunan usulü ile yapılmış. Orijinal ismi ise Marcianus Sütunu.
Olur da bu yüksek ve koca Fatih’i tek seferde yayan gezmeye kalkarsanız acıkmanız kaçınılmaz olacaktır. E o zaman sizleri etin her türlü yemeğinin ustalıkla yapıldığı ve kokusunu takip ederek kolaylıkla ulaşabileceğiniz Kadınlar Pazarı’na buyur ederiz.
5. Yavuzselim
Yavuz Sultan Selim’in adını, elindeki kılıcını taşır gibi taşıyan bu tepe yalnızca adaşı olduğu Yavuz Sultan Selim Camii’yi değil aynı zamanda Fener Rum Patrikhanesi ve Lisesi ile Kariye Müzesi gibi yapıları da barındırarak çok yönlülüğünü ve gönül zenginliğini göstermekte. Haliç’in kıyısına kurduğu saltanatını altın boynuzuyla süsleyen Yavuzselim, adını aldığı padişahın türbesini de üstünde büyük bir onurla taşımakta. Sultan Selim Camii’ni yakınında bulunan Aspar Sarnıcı -şimdiki adıyla Çukurbostan- ve karşısındaki Sultan Sarnıcı da tepeye anlam katan diğer yapılar. Bizans döneminde inşa edilen Theotokos Pammakaristos Manastırı, şu anda Fethiye Camii olarak anılmakta ve yapının şapel bölümü müze olarak ziyaretçilerini ağırlamakta. Kanuni Sultan Selim’in annesi Hafsa Sultan ve Abdülmecid’in türbeleri de bu caminin içinde bulunmakta.
Eğer bir çarşamba günü düşmüşse yolunuz Yavuzselim’e, heyecan ve enerji dolu esnafın bağrışlarıyla yankılanan tahta tezgahların ürünlerine bir göz atmadan çıkmayın derim. Renk renk kumaşlarıyla ünlü pazar, her hafta çarşamba günü aralıksız olarak kurulmakta ve Yavuzselim’in ara sokaklarına canlılık katmakta.
6. Edirnekapı
Dört yıl boyunca liseme gidip gelirken minibüsle içinden geçtiğim ve her geçişte müziğimin sesini kısıp şehidlerimize Fatihalar okuduğum tepeye geldik. Edirnekapı ve Ayvansaray’ın üstüne kurulan tepe, şehrin batı surlarına da ev sahipliği yapıyor. Bu tepemizde de yine Mimar Sinan’ın izlerini görmek mümkün. Surların yakınında bulunan ve Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan için inşa edilen Mihrimah Sultan Camii, Mimar Sinan tarafından; içinde hamam, çarşı, sıbyan mektebi, külliye ile birlikte yapılmıştır. Kariye Müzesi ve Tekfur Sarayı, tepedeki diğer yapılar.
Edirnekapı’nın kıyısından köşesinden geçerken mutlaka orada yatan ve diğer tüm şehidlerimiz için Fatiha okumayı ihmal etmeyelim. Bilhassa bahsettiğimiz Suriçi’nin her bir karışında şehidlerimizin olabileceği bilinciyle yaşamak, bu kutlu şehrin öneminin aklımıza kazınmasını sağlayacaktır. Eğer toprağa düşen nice kahramanlarımız ve şehrin kapılarını tutan nice “Edirnekapı” neferlerimiz olmasaydı, ne üstüne basacağımız bir vatan ne de gezeceğimiz yedi tepe olurdu.
7. Koca Mustafa Paşa
Topkapı, Aksaray, Yedikule üçgenini oluşturan ve o üçgenin tam ortasında kalan Fındıkzade’de yirmi yılı aşkın zamanımın geçtiği, yokuşunu her çıkışımda köşede kabri bulunan ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocası olan Molla Gürani Hazretleri’ne selamı borç bildiğim, eskinin nezih, şimdinin nefessiz kalan tepesi, Koca Mustafa Paşa…
Öncelikle Haseki Külliyesi’nden bahsetmek istiyorum. Çocukluğumuzda kapısının önünde az top oynayıp ip atlamadığımız bu eser; içinde cami, medrese, mektep, hamam, çeşme, imaret, darüşşifa bulunduran oldukça büyük ve fonksiyonlu bir yapı. Çeşitli dizilere mekan görevi görmüş bu külliye, Haseki Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış, gidilip görülmesi gereken bir eser.
Sadrazam Cerrah Mehmed Paşa’nın, Mimar Sinan’ın kalfası Davud Ağa’ya yaptırdığı Cerrahpaşa Camii’nde iki rekat namaz kılıp sonrasında yine Cerrahpaşa’da bulunan Arkadius Sütunu ile Mokios Sarnıcı’nı ziyaret edebilirsiniz.
Necip Fazıl, “Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...” dediği şiirinde İstanbul’a olan sevdasını dillendirerek hepimizin gönlüne tercüman olmuş durumda. Fatih’in en ulu ve en sevgili emaneti olan İstanbul’a bigâne kalmak ne mümkün. Her köşesinde gizli bir tarih, her eserinde mimari bir harika, her taşının altında nice şehid, göğün her karışında Allah lafzı olan bu şehri sathî bir idrâk ile değil, derin bir tefekkür ve esaslı bir bilinç ile dolaşmak üzerimize düşen bir vazife diye düşünüyorum.
Bizim için toprağa kanını dökmüş ve kılıcını torunları uğruna iman ile düşmana sallamış tüm ecdada, Efendimiz(sav)’in deyişiyle o kutlu orduya ve tabi ki gözüyle gördüğü İstanbul’u gönlüne nakşederek, eşkin atına binip de İstanbul aşkıyla yanan ruhunu Marmara’nın suyuyla söndürmeye ant içmiş ve çıktığı yoldan bir an dönmeden cesaretin ve ferasetin timsali olarak fethettiği şanlı topraklara ayak basmış o kutlu komutan Fatih Sultan Mehmed’e, fethin fatihine el-Fatiha…
Mahinur Özdemir