İzlediğimiz her film birer kurmacadır. Bizler filmlerdeki olayların gerçek olmadıklarını çok iyi bilmekle beraber bu filmleri gönüllü olarak izlemekteyiz. Filmleri izlerken yönetmenlerin sundukları bu kurmaca olay örgüsüne bizi inandırmalarını isteriz. Bazı filmlerin kurgusu, olay örgüsü o kadar iyi işlenmiştir ki gerçek olmadıkları halde inanırız. Bazı filmler ise konuları ele alış biçimiyle inanılmaz ilgi çekicidir. Çekildikleri dönemlerde yaşanan olaylardan ziyade geleceği konu edinen olayları ele almaktadır. Bu yazımızda ele alacağımız The Truman Show da böyle bir film. Bu film klasik bir Hollywood filmi değil tam tersine kapitalizm ve modern toplum eleştirisi yapan bir kült film.
The Truman Show, Andrew Niccol tarafından yazılan ve Peter Weir'ın yönettiği 1998 yapımı bir filmdir. Filmde Jim Carrey, Laura Linney, Ed Harris ve Natascha McElhone gibi yıldızlar yer almakta. Truman harika bir adada yaşayan, görünürde hayatında her şey normal olan otuz yaşında bir adamdır. Sevdiği bir eşi, iyi bir dostu, annesi ve işi vardır. Fakat Truman dışındaki herkesin çok iyi bildiği bir gerçek vardır. Truman’ın yaşantısı kurgulanmış bir televizyon şovudur. Yani, onun haricindeki herkes oyuncu, yaşadığı ada bir televizyon stüdyosu ve doğduğu andan itibaren başından geçen her şey bir televizyon yapımcısının kararlarıyla oluşmuştur.
Truman’ın eşi sürekli olarak kredi kartı taksitlerini hatırlatırken annesi de oğluna belli bir sınır çizmiş bu sınırdan dışarı çıkmaması için elinden geleni yapmaktadır. Öğretmeni; “Dünyada artık keşfedilecek yer kalmadı, zaten her yer keşfedildi.” diyerek tüm merak ve heyecanını söndürmüştür. Medya da sürekli dış dünyanın zorluk ve kötülüklerinden bahsetmektedir. Yani verilmek istenen mesaj; Elindekilerle yetin, hiçbir şeyi değiştirme…
Truman babasını çok özlemektedir. Babasının cesetinin denizde bulunamamasına akıl sır erdirememiştir. O ana kadar yaşadığı her şeyin yalan olduğunu sezmemiştir. Ta ki babasını caddeden geçen insanlar arasında görünceye kadar.
Filmde göze çarpan diğer bir sahnede ise Truman eşiyle kavga ederken eşi eline birdenbire bir ürün alır ve kameralara karşı ürünü tanıtır. Aynı şeyi arkadaşı ile sohbet ederken yaşar, arkadaşı sohbetlerinin ortasında durduk yere elindeki içeceği kameralara gösterir ve ürün tanıtımı yapar. Truman’ın hayatında her şey kapitalizm çarkına hizmet etmektir.
Filmdeki yönetmen Christof’un film boyunca kendini ilahlaştırmaya çalıştığını söylemeden edemeyeceğim. Aynen günümüzde insanların hayatlarını ve duygularını alışveriş meraklarını dizayn etmeye çalışan hegomanik kapitalist güçler gibi. Sürekli olarak Truman’ın üzerinde baskı ve diktatörlük kurmaya çalışıyor. Truman “Biri bizi gözetliyor” Tarzındaki büyük film setinden kurtulabilecek mi?” Film boyunca sürekli bu soruyu soruyoruz.
The Truman Show filmi bundan yaklaşık yirmi yıl önce çekilmiş olmasına rağmen günümüz dünyasını çok iyi yansıtmaktadır. Hatta filmin bazı sahnelerinde “Bunda ne var ki bunu zaten biz şimdi de yaşıyoruz.” diyebilirsiniz.
Film modernizmin gelişen teknolojiyle birlikte hayatımıza şekil vermesi ve mahremiyeti yok ederek insan hayatını bir metaya dönüşmesini anlatıyor. Ben olaya şu şekilde bakıyorum: Müslümanların en önem vermesi gereken konulardan biri mahremiyetken sosyal medya bizim en mahrem alanlarımızdan biri olan evlerimizin içine kadar girmiş bulunmakta. Filmde de açıkçası bazı sahneler bana instagramdaki fenomen annelerin çocuklarını anne rahminden itibaren tüm gelişim evrelerini paylaşmalarını hatırlattı. Truman’ın da anne rahminden itibaren tüm dünya tarafından tanınmaya başlanması, büyüme evrelerinin tüm insanların gözü önünde yaşanması aslında bize hiç de yabancı olmayan şeyler. Filmin alt metni kapitalizme çok iyi göndermelerde bulunmaktadır.
Filmle ilgili daha fazla ayrıntı vermeyeyim. The Truman Show birçok açıdan ele alınabilecek bir film izlemenizi ve üzerinde kafa yormanızı tavsiye ederim. Ayrıca uzun bir zaman önce çekilmiş olmasına rağmen görüntü kalitesi de oldukça yerinde. Filmi seyrettiğiniz zaman bir dejavu duygusuna kapılabilirsiniz çünkü Romalı şairin dediği gibi anlatılan senin hikâyen. İyi seyirler.
Beyzanur Yaşaroğlu