Evlilik kavramını anlam duygusu üzerinden inceleyeceğimiz bu yazıda, evliliğin tarihsel süreçte geldiği nokta, evlilik ve tüketim kültürü, evlilik ve sosyal medya, evlilikten beklentilerimiz üzerine bir analiz amaçlanmaktadır. Bu bağlamda yaşadığı çağa tanık olması ve problemlerini tespit etmesi bakımından sosyolog Richard Sennett’in perspektifi manidar görünmektedir. 1943 yılında Chicago’da doğan Sennett, New York Üniversitesi’nde profesör olduktan sonrada modern kent hayatı ve toplumsal problemler üzerine araştırmalar yapıp yazmaya devam etmiştir. Sennett’in yeni kapitalist kültürün toplumsal yaşam üzerine etkileri konusundaki yaklaşımı evlilik kavramının anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Sennett’e göre on sekizinci yüzyıldan itibaren toplumsal yaşam içinde insan, aktif bir aktör pozisyonundan pasif bir izleyici pozisyonuna doğru geçiş yapmıştır. Toplumsal yaşamdaki bu değişikliklerin sebepleri on dokuzuncu yüzyıl sanayi kapitalizmi, sekülerleşme, angıne rejıme’in yapısıdır. Büyük şehirlerin oluşumu, bu şehirlerdeki nüfusun artması yeni kentli kültürü oluşturmuştur. Yeni kentli kültürün hayata bakışı, beklentileri toplumsal ve bireysel ilişkileri geleneksel iletişim biçimlerinden farklılıklar içermektedir. Bu farklılıkların gözlemlendiği alanlardan biri “evlilik”tir. Sennett, aydınlanma düşüncesi ile dini müesseseler ve dinler arasına mesafe koyan modern insanın kurumsal dini inanışının zayıfladığını fakat inanç duygusunun devam ettiğini düşünmektedir. Sennett’ın tespitiyle dini kutsallardan uzaklaşmış modern insan aile, evlilik, kişilik, cemaat, gibi kavram ve kurumları kutsayarak inanma ihtiyacını gidermeye çalışmakta ve bu kavramları mistisize etmektedir. Sennett’in “mahremiyet despotlukları” dediği kavramın içine her tür toplumsal ilişki biçimleri (çocuk yetiştirmek, günlük rutinler, işe gidip gelmek, ev dizaynı, kendini geliştirmek, kişilik, cemaat duygusu, sosyal ortamlar) dolayısıyla evlilik ve evlilik ilişkileri de girmektedir. Sennett’in sorduğu temel soru aslında hepimizin kendimize sormamız gereken ve bu farkındalıkla yeni bir varoluş ontolojisi üzerinde düşünmemizi gerekli kılan bir sorudur. Sennett’ın sorusu şudur: Yaşadığımız çağın değer ve kültürel atmosferiyle oluşturduğumuz ilişkiler kümesi (eş, aile, arkadaş, işveren, komşu vb.) ne kadar bizim yerelliğimizi yansıtır? Sennett’ın verdiği cevap aydınlanma düşüncesiyle birlikte sanayi inkılabıyla yeni bir kültürel atmosfere girildiği özellikle 1970’ten sonra kırılgan kapitalizm, esnek kapitalizm dediğimiz dönemin küreselleşmenin de etkisiyle varoluşumuzu ve tercihlerimizi belirlediğidir.
Böyle bir toplumsal gerçeklikte Sennett’ın kavramlaştırmasıyla “mahremiyet despotizmi” olarak evlilikten beklentilerimizi etkileyen bir diğer unsur ise bu kültürel atmosferin bir parçası olan sosyal medyadır. Eşlerin birbirlerine daimî bir romantizmle davranması idealleştirilmesine dayanan, çekirdek aile esası üzerine kurulmuş modern evliliklerde, after parti, tektaş yüzük, evlilik teklifi, düğün organizasyonları, isteme, nişan, kına gibi ritüeller sosyal medya üzerinden bir gösteriş kültürü halini almakta evlilik birliğine (sadakat duygusunun bu tür ortamların getirdiği sonuçlarla zayıflamasıyla) zarar vermektedir. Ev dekarasyonun kişiliği yansıttığı inancı, eşinizin ruh ikizinizin olması gerektiği vurgusu, evlilik akdinin her döneminin kutsal bir ritüel gerçekleşiyormuş gibi partileştirilmesi ve organizasyon hâline gelmesi (örneğin çocuk yetiştirmekte: doğumunun, cinsiyetinin, odasının, dilinin, yapması gereken sanatların, sporların, oyuncaklarının vb.) on sekizinci yüzyıldan sonra başlayan ve son yirmi yılda zirve yapan manevi boşluğa işaret eden bir kültürün sonucudur. Birbirinden sosyal medya paylaşımlarıyla haberdar olup aynı kutlamaları aynı şekilde gerçekleştirmek isteyen gençler evliliğin manevi yönünden ziyade maddi yönüne odaklanıp israf ile sonuçlanan harcamalara, ortamlara sürüklenmektedirler.
Böyle bir kültürel atmosfer içinde evliliğe hazırlanan kişilerin attıkları adımların, yaptıkları harcamaların, oluşturdukları kutlamaların ne kadar dini hassasiyet barındırdığı ve yerli özelliklere sahip olduğunu düşünmeleri gerekmektedir. Sennett’ın bize anlatmak istediği tam olarak bu perspektiften değerlendirilebilir. Bizlere kattığı büyük büyük annelerimizin evliliğe bakışı ile bugün bizim bakış açımız arasındaki fark ne kadar bize aittir farkındalığı bu bağlamda önemlidir. Şairin ifadesiyle “eve dönmek, kalbine dönmek” evlilik kurumu üzerinden düşünüldüğünde ne ifade eder? O ev, kendimiz ve eşimizden beklentilerimiz ne kadar kalbine dönmekle ilgilidir? İşte bu farkındalık eşiği ile evlilik kurumundaki rol ve beklentilerimizi yeniden şekillendirmemiz gerekir. Bu noktada farkındalığımızı arttıracak bir diğer husus ise peygamberimizin eşleri ve evlilikleri, Kur’an’da geçen evliliklerdir. Bu evliliklerde dikkati çeken en önemli özelliklerden bir tanesi her birinin kendi içinde farklı özelliklere sahip olmasıdır. Sosyal medya romantizminin “bende de olsun” tuzağına böyle bir farkındalıkla bakmak gerekir. Ayrıca mahrem olan özel hayatın kamusallaşması toplumsal ilişkiler açısından düşünülmesi gereken bir diğer husustur. Sosyal medya ile kamuya açık bir özel hayat beraberinde birçok pişmanlığı da getirebilir. Bize düşen varlığımızı bir bütün olarak düşünüp kiminle neyi ne kadar paylaşacağımız ve hangi kutlamayı ne için nasıl gerçekleştireceğimiz üzerine düşünmektir. Böyle bir varoluş ise tam olarak “eve dönmekle, kalbine dönmekle” ilgilidir vesselam.
Melek Öztürk Köroğlu