İstanbul’a taşınmayı düşünün ama Ankara’dan…
İstanbul, arayana belasını da Mevla’sını da veren bir acayip şehir…
Hele Ankara gibi memleketlerden göç etmişseniz, İstanbul bir anda rahmetini de zahmetini de önünüze serer, tıpkı bende olduğu gibi…
Ankara’nın kalbi yaklaşık 35 kilometre uzunluğunda, birçok semti, sanayi bölgesini ve bürokrasiyi sinesinde barındıran İstanbul yoludur. Ankara’nın en hareketli yollarından birinin adının ‘İstanbul’ olması, Ankara’nın İstanbul’a duyduğu gizli özentilik hali midir bilemem ama hayli ironik olduğunu söyleyebilirim.
Üniversite okumam dolayısıyla 4 yıl boyunca bedenen Ankara’da ruhen İstanbul’da ikamet ettim ben. Gözüm hep İstanbul’a giden trenlerde ve uçaklardaydı. Sık sık İstanbul’a uçar hakiki bir oh çeker geri Ankara’ya dönerdim. Kaderimdeki Ankara istasyonu, büyük konuşmamın neticesi olarak doğdu aslında. Kural 1: “Ankara gibi sıkıcı, gri bir şehirde asla yaşamam!” demeyeceksin arkadaş, dedin mi İstanbul’a hasret bırakıyor Yaradan, işte böyle… Velhasıl mezuniyetten sonra muhakkak İstanbul’a yerleşeceğim dedim ve yerleştim de.
İstanbul, Ankara’dan taşındın mı şükür vesilesi oluyormuş, kesin bilgi, yayın bunu… Bir kere deniz ve yeşillik fakiri olduğunu ister istemez çaktırıyorsun. Sonra filmlerdeki gibi canın sıkıldı mı boğaza inmek, denize karşı ağlamak istiyorsun bazen. Bunu da yaptım evet. Neden yapmayayım? Ankara’dan taşınmış biri olarak hepsi mubahtı bana… Sonra fark ettim ki İstanbul’u sadece yeşillik ve denizden ibaret sanmak haksızlıkmış ona. Ayasofya’sı varmış onun, Yahya Efendi’si, Eyüp Sultan’ı, Süleymaniye’si, Üsküdar’ı…
İstanbul’un altını üstüne öyle bir getirdim ki 40 yıllık İstanbullular kadar hâkim oldum şehre, kızdım İstanbullulara, hakkını verdiklerini düşünmedim bu şehrin... Lakin en büyük kızgınlığım İstanbul’dan Ankara’ya taşınanlara oldu. Öfkemden en büyük pay onlara düştü. “Bir insan İstanbul’dan Ankara’ya neden, nasıl, hangi koşullarda, ne amaçla yerleşir ki?” diye düşünmeye başlayacaktım ki bir büyük konuşmanın daha eşiğinden döndüğümü ve kendimi bir imtihandan koruduğumu düşünerek derin bir nefes aldım.
Bir Ankara dönüşü esnasında Yahya Kemal’e sorarlar:
-Üstat, Ankara’nın en çok nesini seviyorsunuz?
Cevap:
-İstanbul’a dönüşünü…
İstanbul şairi olarak tanımladığımız Yahya Kemal’in bu akıllıca ve fakat gerçeğin bir o kadar kendisi olan cevabını bilmeyen yoktur. Aynı şekilde yine İstanbul şairimiz Yahya Kemal’in en meşhur şiirlerinden ‘Başka Bir Tepeden’ ruhumda bizzat tatbik ettiğim hisler barındırır.
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
İşte sevgili okuyucu, ben de Ankara’nın en çok İstanbul’a taşınmasını sevdim. Yaşamıştır dedim, İstanbul’da çok yıl yaşayan, İstanbul’da ölen, İstanbul’da yatan…
Aslında hayat dediğimiz insanın karşısına her şey çıkarabilirdi elbette, kaderde İstanbul da olabilirdi Ankara da. Fakat şehirlerden nasibimizi aldığımız gerçeğini unutmadan yaşamak lazım. Ankara hayat mücadelemde bir kilometre taşıdır. Ömürlük dostlarımın ve onlarla beraber bir sürü güzel anımın başkentidir. İstanbul da onun devamı, bir başka boyutu… İstanbul eşsiz manevi dokusuyla sarıp sarmalamıştır beni, kalbimi ve kendimi bulmama vesile olmuştur günün sonunda, tebessüm ettirmiştir…
Fırsatı olan bu şehri yaşasın sevgili okuyucu, hele ki Ankara’dan taşınsın, İstanbul’un en çok Ankara’dan taşınmasını sevsin, kendini ve kalbini bulsun. O da kızsın bu şehri terk edenlere, hakkını vermeyenlere, o da her gördüğü yeşillikte bir dursun, düşünsün, nefes alsın. O da yaşamıştır desin bu şehri yaşayanlara, bu şehirde ölenlere ve yatanlara, tıpkı ben gibi…