23 Aralık 2024 Pazartesi
Röportaj

Doç. Dr. Merve Özaykal ile Neslin Korunması Üzerine Röportaj

Genç Öncüler Dergisi olarak neslin korunması konusunu dosyamıza taşırken merak ettiğimiz soruları, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olan Doç. Dr. Merve Özaykal’a sorduk. Özaykal’ın temel çalışma alanları; İslami biyoetik (biyofıkıh), fıkıh-ahlak ilişkisi, fıkıh usulü, içtihat ve güncel fıkıh meselesidir. Aynı zamanda İSAR TAÇ (Tıp ve Ahlak Çalışması) Grubu’nun daimî üyesi ve Eğitime Destek Programları Merkezi’nin (EDEP) genel koordinatörüdür. Bize vakit ayırıp sorularımızı cevapladığı için kıymetli hocamıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Röportaj: Maria Akraa

 

Nesil kaygısı evrensel bir kaygı. Bu hususta İslam fıkhı literatüründe konunun önemine ne şekilde değinilmiş?

Neslin korunması kavramını klasik fıkıh eserlerinde özellikle Şâtıbî'nin Muvâfakât'ında görüyoruz. İslam dininin korumayı hedeflediği beş temel şey vardır. Bu beş şeyi, alimler “İslam'ın geliş amaçları” olarak özetliyorlar. Buna da “Makâsıdü’ş Şeria” yani “şeriatın maksatları” deniyor. Yine aynı şekilde “zarûrat-ı hamse” dediğimiz “korunması gereken beş zaruri külliye” var. Bunlar; dinin korunması, aklın korunması, canın korunması, malın korunması ve neslin korunmasıdır. İslam şeriatının gelme amaçlarından neslin korunmasını bu şekilde özetleyebiliriz aslında. Neslin korunması, klasik fıkıh eserlerinde biraz dar anlamlı olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle zina ile ilgili olarak görüyoruz bu konuyu. Bahsettiğimiz bu beş şey ceza hukuku ile de bağlantılı; adam öldürmek yasaktır ve kısas gibi ciddi bir cezası vardır. O zaman canın korunması çok önemli. Hırsızlığın cezası çok güçlü o zaman malın korunması çok önemli. Zinanın cezası çok güçlü o zaman neslin korunması çok önemli. Hep ceza hukukundan çıkmış bunlar. Aklın korunması, şarap içmenin haramlığı ile alakalı. Bir diğeri de cihadın farz olması. Canı bu kadar önemserken cihadın farz kılınması da dini korumanın hepsinin üstünde bir farziyet ve bir zaruri ilke olduğunu gösteriyor bize. Neslin korunmasını klasik dönemde daha dar anlamla ele alsalar bile, bugün bizim geniş bir anlamda ele almamız gerekiyor. Ne demek neslin korunması? Özellikle herkesin kendi soy bağını bilme hakkıdır. Soy bağının korunmasıdır. Üremenin sadece evlilik içinde olmasıdır. Zina neden yasak? Bakıldığında iki tarafta razı, tecavüzden farklı bir olaydan bahsediyoruz burada. Türk hukukunda evlilik dışı ilişkiler “rızaya dayalı birliktelik” olarak geçiyor. Rızaya dayalı birliktelik diyerek ilk olarak sevimli bir hâle getiriliyor. İkincisi de bu asla bir suç değil. Ama İslâmî açıdan baktığımız zaman, burada zina fiilinin haramlığı bir yana, çıkan sonuç toplumu da ifsat ediyor. O yüzden bu kadar ağır cezaları var zaten. Peki, nedir bu ifsat? Öncelikle herkesin kendi neslini, anne-babasını bilme hakkı düşüyor. Bunun hem velayet hem de miras gibi hukuki sonuçları da var. Bunlar da karmaşıklaşıyor bu durumda. Aslında korumayı hedeflediği şey bu. Tabii ki iki kişinin nefsani duygularına kapılarak zina yapması günah. Ama bir de onun sonucu olarak bir çocuğun dünyaya gelmesi başka bir problem. Bu bireysel bir günah iken toplumsal bir mesele hâline geliyor zina örneğinde. Biz bugün bazı şeyleri çok sıradanlaştırarak kötü görmemeye bile başladık. Zina da olduğu gibi… Recm gibi ağır bir ceza var ve bu ceza zinanın karşılığı. Fakat uygulanabilmesi için pek çok şartı var. İki kişi arasında gerçekleşen bir şeyde hemen öyle bir ceza uygulanmıyor. Bunun toplumsallaşması çok önemli. Aslında belki de yasaklığın olduğu yer, toplumsala dönüştüğü yerdir. LGBT meselelerine de buradan geleceğiz. Bu iki kişi arasında kalan bir şey olmakla kalmıyor. Toplumu, aile kurumunu, kişinin özel yaşamını da yavaş yavaş etkileyen ideolojik bir şey olduğu için bu kadar tepki veriyoruz aslında.

Zina için de şöyle düşünelim; iki kişi evinde bir şey yaptı, bunun hiçbir şahidi olmadığı için kamuya mâl olan bir durumu olmadı. Hâliyle bunun bir cezası olmayacak. Ama İslam hukukunun şartlarına bakarsak zina cezasının uygulanabilmesi için dört şahidin gerektiğini görürüz. Bu, dört kişinin bunu görmesi demek. Böylece zaten kamuya mâl olmuş bir olay oluyor. 

 

Hocam, DNA testleri şahitlerin yerine geçiyor gibi bir söylem var. O zaman dört şahit görme açısından değil topluma mâl olması açısından önemli diyebilir miyiz?

Bazı âlimler bugün böyle söylüyor. DNA testi her zaman doğru sonuç vermeyip şüphe barındırdığı için bu kadar güçlü bir cezayı şüphe olan bir test ile kanıtlayamayız. Hatta kamera kayıtları bile kesin olmayabilir çünkü montaj ihtimali var. Ama kişi durumu ikrar ediyorsa bu başkadır. Zina yaptığını ikrar etmesi de toplumsal bir şeydir çünkü. Mesela kişi porno çekiyor, herkes biliyor bunu. Burada şahide gerek yok, durum çok açık. Kendisi ikrarı var çünkü. O yüzden İslam'da recm, çok ağır bir ceza olmakla birlikte kişisel şeylerden çok topluma mâl olmuş olaylar içindir. Topluma mâl olmuş sokak ortasında yapılan bir olay düşünün. Burada dört şahit ve dördünün de açıklamalarının birbirine uyuyor olması lazım. Şahitlerin adil olması lazım. Kendileri dindar olması, fasık olmayan, küçük günahlarda ısrar etmeyen ve büyük günah işlemeyen kişiler olması lazım. Herkes de şahitlik yapamaz fıkıhta. Dolayısıyla bu da önemli bir konu. Kamuya mal olmuş bir mesele olması noktası aslında bizim bugün karşılaştığımız şeylerle doğrudan alakalı. Kişinin evinde yaptığı şeyle o kadar da ilgilenmiyoruz. Hatta ayıbını örtmesi gerekiyor Müslümanın. Bu tarz bir olayı bir kişi gördü diyelim, gidip o kişiyi mahkemeye şikâyet etmesin. Örteceksin onu. Ne zaman şahitlik önem olur? Birilerinin hakkına tekabül ettiği zaman. Mesela olay bir tecavüz ise orada şahitlik yapması gerekir. Ama zina ise, iki tarafın da rızası olduğunu biliyorsan o konuyu kapatmak en güzelidir bir Müslüman için. Bu yüzden kamuya mâl olan şeyler çok önemli bizim için. İçki de öyledir. Evinde içki içen kişiye kimse bir şey yapmaz. Ama sen sarhoş bir şekilde ortalıkta dolaştığın zaman şahitlerin olur ve o şahitler de gidip şikâyet edebilirler seni. O yüzden bugün yaşadığımız şeylerde böyle sıkıntılarımız var.

İslam hukukunda hadlerle ilgili olan konuların kamuya mal olması durumuna “Allah hakkı” da deriz. Mesela, zinanın haddinin uygulanması Allah hakkıdır. Bu kamu hakkı demektir aynı zamanda. Tüm insanların, Allah’ın yarattığı kulların hakkına tekabül eder. İnternette görüyorum bazen, adamı zina yaptığı için idam ediyorlar. Altındaki yorumları okuyorum; “Hangi devirde yaşıyoruz, bu ne barbarlık!” gibi şeyler söylüyorlar. Sonra bir çocuğa tecavüz edilmiş ve adam on yıl yatmış. Altına “İdam lazım, bunu idam edin!” gibi şeyler yazıyorlar. Sonra neden böyle bir fark var diye düşündüm. Çünkü biz suçu küçümsüyoruz. Yani bir çocuğa tecavüz edildiği zaman bu herkes için çok büyük bir suç ama iki kişi zina yaptığı zaman bunu basite alıyoruz. Ama Allah’u Teala bunu basite almamış, ağır bir ceza vermiş. Dolayısıyla neslin korunması, zinadan başlıyor ama başka uzantıları da var. Geçmişte günümüzde karşılaştığımız bazı şeyler olmadığı için, neslin korunması meselesinin temelinde zinayı arıyoruz. Tabii ki tarih boyunca karşımıza, aynı cinse yönelme olayları vardı. İslam toplumunda bile vardı. Ama bu hiçbir zaman bugünkü kadar alenileşmemişti. Zinadan yola çıkarsak alenilik ve kamuya mâl olması dedik ya, asıl problem burada. Normalleştirmeye çalışıp kamuya mâl edildiğinde ikinci bir aşama başlıyor demektir. Bizim bugün yaşadığımız problem de bu aslında.

 

Peki, nesli etkileyen ve bozulmaya sebebiyet veren etkenler neler? Bunları hangi boyutlarıyla değerlendirmemiz gerekir?

Klasik dönemde zina dışında çok büyük bir tehlike yok. Günümüze geldiğimiz zaman, tıp dünyasının ilerlemesi ile birlikte artık neredeyse her şey mümkün bir hâle geldi. Burada şunu sorabilirsiniz; insan bedeni ile de bağlantılı olarak, bedenin muhafazası, tabii olan şeyin korunması, Allah’ın yarattığını değiştirme bağlamında da baktığımız zaman hem kendi bedenlerimizi korumamız zorlaşıyor hem de bizden sonraki nesillere de etki ediyor. Bu etki nasıl olur? Mesela bugün bir kişi spermlerini satabiliyor. Hatta bağışlayabiliyor. Bunun yasal olduğu ülkeler var. Amerika'da reklam panolarında görmüştüm; “yumurtanı bağışla, bir kadının anne olmasına vesile ol, bir iyilik hareketi yap” gibi söylemlerle bunu bir iyilik hareketi gibi sunuyorlar. Bunu etik olarak değerlendirenler gayet ahlaki bir davranış olarak görebilirler. Ama bizi İslâmî açıdan açıkça sınırlayan bir şey var; üremenin sadece evlilik içinde olması gerektiği.

Burada iki şey var aslında. İnsan onurunun, saygınlığının korunması ve insan bedeninin istediği şekilde değiştirilebilir, satılabilir, verilebilir olmadığı. Mesela bir erkek, milyonlarca kişinin babası olabilir spermini vererek. Ya da bir kadın her ay yumurtalarını satarak birçok kişinin genetik annesi olabilir. Neslin karışması burada çok önemli bir etken. Bunlar artık karşılaştığımız şeyler, yaşadığımız sorunlar.

 

Hocam mitokondriyle sıkıntılarda kullanılan çocuğun 3 gen taşıdığı 3 ebeveynli bir yöntem de var. Neslin karışmasında etkili olan olaylardan biri değil mi bu durum?

Tabii ki. Şöyle oluyor; mitokondrisinde hastalık olan bir kadın var. Bu kadının yumurtasını alıyorlar, başka bir kadından da sadece yumurtasından mitokondri alıyorlar. Bu mitokondri, %0.01 bile etki ediyor genetik olarak ve bu geni alıyor. Kocasının da spermini alınca iki anneli bir babalı bir çocuk doğmuş oluyor. Şöyle bir durumla da karşılaşıyoruz; tıbbın faydalarının kaymağını yiyoruz. Tıp Teknolojileri Genetik Mühendisliği’nde yaşanan gelişmelerin bir yandan faydası var. Mesela bir kadın iki doğum yapıyor, ikisinde de çocuk hasta doğuyor. Sonra başka bir kadının mitokondrisini almayı düşünüyor sağlıklı bir çocuğu olması için. Bakıldığında çok mantıklı. Ama bu gelişmelerin bizi götüreceği yerler neresi? Şimdi o kadın annelik davası açsa, genetik olarak anneyim dese ne olacak? Miras konusu da var tabii… Bu birçok hukuksal problemi de beraberinde getiriyor. Ayrıca bu yaptığımız şeylerin sonraki nesillere etkisini de bilmiyoruz. Genetik çalışmalarda da böyle. Şimdi birçok genetik hastalık tedavi edilebilir durumda. Yumurta ve hücrenin dış dünyada döllendirilmesinde genetik tanı yapılabilir ve genetik bir hastalık olup olmadığı tespit edilebilir. Genetik hastalık varsa ne oluyor peki? “Bunu atalım gitsin.” diyorlar. Burada da başka bir problem var. Döllenmiş yumurtanın ahlaki ve hukuki statüsü nedir? Ben bunu çöpe atabilir miyim? Yoksa döllenmiş yumurta potansiyel bir insan mı? Artık dünyaya gelebilecek bir varlık aslında. Dolayısıyla bunları da tartışmaya başladık neslin korunması bağlamında. Yepyeni bir üreme tarzı ortaya çıktı. Tüp bebek konusunda da 8-10 tane yumurta alınıyor anneden tek seferde ve bu yumurtalar döllendiriliyor, kenara konuluyor, ihtiyaç oldukça kullanılıyor. İlk seferde çocuk oldu diyelim. Geri kalan yumurtalar ne yapılıyor peki? İmha ediliyor eğer çift istemiyorsa. Bu bile bir problem baktığınız zaman. Nesli etkilen bunun gibi pek çok etken var. Size bir örnek vereyim; İngiltere'de Sharia Council var. Müslüman azınlıklara fırsat vermişler, oraya gidip sorularını sorabiliyorlar tıpkı bizim diyanete sorduğumuz gibi... Onlara gelen bir vakayı anlattılar bize. Bir kadın ve bir çocuk gelmiş. Kadın, çocuğun eski kocasının çocuğu olduğunu ama evli değilken dünyaya getirdiğini söylemiş. Yani boşandıktan sonra kocasının dondurulmuş spermlerini kendisine enjekte ettirip çocuk sahibi olmuş. Yıllar sonra ortaya çıkıp adama bu senin çocuğun demiş. Şimdi ortada bir vaka var, bu çocuk kimin? Adamın haberi olmadan bu çocuk dünyaya gelmiş. Birden fazla çocuk da olabilirdi ortada. Genetik olarak baktığımızda adamın çocuğu. Adam çocuğu reddetse çocuk babasız oluyor bir bakıma. Adam bu çocuğu istemeyebilir de. Bu çocuk mirasçı mı değil mi çünkü evlilik dışı dünyaya geldi aslında. Bu durum hem hukuki hem de dini pek çok sorunu beraberinde getirir. Bu kadın başka bir adamla evlenseydi çocuklar daha çok karışacaktı belki. Evlilik birliği dışında bir çocuk dünyaya geldi sonuçta. Hem hukuki hem dini birçok problem var, görüyorsunuz. Bu tam oturan bir örnek zaten. Başka bir kadın da kocası öldükten sonra bu şekilde hamile kalıyor ve çocuğu dünyaya geliyor. Yani boşandıktan sonra ya da eşi öldükten sonra üreme hücreleri kullanabilir mi? Laboratuvarda o döllenmiş yumurtalar da birbirleriyle karışabilir. Yanlışlıkla birisinin hücresi başkasına kullanabilir. Bir de şöyle olaylar da var; tüp bebek merkezlerinde “yeter ki başarılı olsun” diye düşünülüp çocuğunun olma ihtimali olmayan bir adam olunca, doktor kendi spermiyle birçok kadını çocuk sahibi yapıyor. Bu kapı açıldığı zaman tıp teknolojileriyle birlikte çok yeni yeni şeyler konuşuyor olacağız. Eskiden belki fıtratın bozulması, Allah’ın yarattığının değiştirilmesi gibi kavramları konuşuyorduk ama ayette geçiyor ya “Ben onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Tefsirlerine baktığımız zaman kadının erkeğe benzemesi, erkeğin kadına benzemesi, fıtratların bozulması, nesillerin karışması gibi şeyler söylemişler. Geçmişte neslin karışmasına sebep olacak bir tek zina vardı. Ama bugüne baktığımız zaman üreme hücrelerinin nakillerini konuşuyoruz. Mesela penis nakli alan, rahim nakli alan insanlar var. Mesela Kıbrıs’ta yumurta nakli yasal. Çocuk sahibi olamayanlar gidip başka kadınların yumurtalarıyla hamile kalıyorlar. Bunun gibi taşıyıcı annelik var. Artık aile kavramı değişiyor. Çift ebeveynli çocuklar gibi kavramlar gündeme geliyor. Mitokondri nakli gibi durumlar var. Bunun önüne nasıl geçeceğiz? Genetik olarak yine neslin bozulmasıyla ilgili olabilecek genetik müdahaleler var mesela. Bugün artık bunlar yapılıyor. Bir bilim adamı crisper teknolojisini uyguladı ve hiçbir zaman HIV olmayacak çocuklar dünyaya getirdi. Yani onların o genlerini çıkardı. Asla AİDS olmayacaklar. Sadece kendilerine değil nesillerine de etki edecek bir değişiklik bu. Mesela bu ne anlama geliyor? Gen dediğimiz şey zaten yumurta hücresinde çok küçük bir bölüm. Bir de onun genleriyle oynuyorsun. Buna bir müdahale yapıldığında uzun vadeli sonuçlarının ne olacağını bilmiyoruz. O çocuklar sağlıklı mı olacak yoksa başka başka genetik problemler mi oluşacak? Bunları da bilmiyoruz. Dolayısıyla bizim bugün karşılaştığımız teknolojik meselelerde yeni kavramlar üretmek ve yeni şeyler düşünmek zorundayız. Yeni çözüm önerilerine ihtiyacımız var. Yine neslin karışmasıyla alakalı olabilecek bir şey de trans çiftler. Başkalarının üreme hücreleriyle hamile kalabiliyorlar. Şöyle durumlar olabiliyor. Bir erkek kadın olacak. Erkekken sperm hücrelerini donduruyor sonra kadın oluyor. Başka bir kadının yumurtasıyla kendi spermi dölleniyor ve onun rahminde taşınıyor. Böylece genetik olarak da kendi çocuğu aslında. İşte burada sormamız gereken soru “Her mümkün caiz midir, mümkün olan her şey etik midir?” Yapabiliyor olmamız her şeyi yapacağımız anlamına gelmiyor asla. Buna sınır çizecek olan dindir. Etik de bunun için çabalıyor. Bunun ahlaki boyutlarını ortaya koymaya çalışıyor. Biz de biyoetik alanında bu konularla ilgileniyoruz. Her biri gerçekten ele alınması gereken konular ve bizim Müslümanlar olarak bu konularda önden gitmemiz gerekiyor. Yani toplumun arkasını toplamamamız gerekiyor. Bir şeyler olup bitiyor sonra “Biz ne yapacağız?” diye konuşmaya başlıyoruz. Bugün LGBT meselesinde de artık kadın erkek tuvaletleri ortak kullanılmaya başlanacak. Sonra geri dönüşü olmayacak bir yola gireceğiz. Şimdi bir şey yapabilirsek yapabiliriz. Yine aynı şekilde organ nakli açısından düşünürsek “Ölüden penis nakli yapalım mı?” diye tartışıyorlar. Bu ne işe yarayacak? Tabii ki üreme organını yitiren insan olabilir ve onlara nakil yapılabilir ama bu asıl cinsiyet değiştiren, kadından erkeğe dönen kişiler için güzel bir fırsat olacak aslında. Asıl mesele bu olacak. Yine aynı şekilde ölüden de rahim nakli, canlıdan da rahim nakli yapabilirsiniz. Aslında organ naklini teşvik ediyoruz bir taraftan ama bu tür nakiller de var. Bugün artık bunları da konuşuyoruz. Yumurta ve sperm bağışı. Bunlar da benzer problemler. Hepsi mümkün artık. Bugün mümkün olmasıyla birlikte birçok problemi beraberinde getiriyor. Bunları nasıl çözebiliriz? Hepsini tek tek inceleyip çözüme kavuşturmamız gerekecek. Müslümanlar olarak nasıl kavramlar geliştirebiliriz. Biraz önce dediğim gibi “rızaya dayalı birliktelik” diyerek mis gibi isim koydular. Bizim de kulağımıza hoş geliyor. İşte o yüzden kendi kavramlarımızı oluşturmalıyız. Şunu da bilmeliyiz; İslam, aslında insanlık şerefini, insanın mükerrem oluşunu merkeze alıyor. Bedenimizde yapılacak değişiklerde de üreme ile ilgili konularda da insanın mükerrem bir varlık olduğunu merkeze alıyor. “Biz insanoğlunu mükerrem bir şekilde yarattık.” Mükerremlik ne anlama geliyor? Bugün insan onuru diyorlar ya bütün evrensel bildirgelerde, insan hakları beyannamelerinde. İnsanlık onuru aslında şu demek; Allah’u Teala’nın sırf insan olmakla bize verdiği o keramet, saygınlık ve değer. Ve buna herkes sahiptir. Akıl ve iradeyle, hürriyetle donatılmamız aslında bizim mükerrem oluşumuzun bir parçası olmuş oluyor. Ve bu, korunması gereken bir sorumluluk oluyor aynı zamanda. Yani “ben mükerremim, haklarım var” değil, insan onuru böyle anlaşılıyor ama insanın mükerrem oluşu, haktan ziyade ona sorumluluk getiren bir şey. Yani sen sana layık olanı yap, sen insansın, sen hayvan değilsin. Sen başka bir varlık değilsin. Hayvani davranışlar göstermemen gerekir. Örtünme böyle, aile ilişkileri böyle. Üremenin evlilik içinde olması, belli kuralların olması, aile kurabilmenin ancak evlilikle olabilmesi gibi şeyler aslında hep insanın mükerremliğini korumaya çalışıyor ve bir sınır çizmeye çalışıyor. Sınır çizmediğiniz zaman bunun sonu gelmez. Çünkü insan her şeyi denemek, her şeyi yapmak isteyecek bugün de gördüğümüz gibi. Tıp teknolojileri, mühendislikler buna imkân verdiği için biz trans hümanizmden bahsediyoruz. Cenneti dünyaya taşımaya çalışıyor insanlar. Ölümsüzlük, hastalıksız bir dünya, çok güzel çok yakışıklı insanlar, estetik müdahaleler bunu gösteriyor. Beden bir toplama bilgisayar gibi istediğini değiştiriyorsun. Şunun burnundan istiyorum, şunun kulağından istiyorum diyebiliyorsun. Müdahalesi mümkün bugün ve birçok insan da yapıyor. Dolayısıyla neslin korunmasını ve bedenin muhafazasını insanlık onurunun muhafazasıyla beraber ele almamız gerekiyor.

 

Sosyal boyutuyla ele aldığımızda belki nicelik bakımından değil ama nitelik bakımından kaybolan bir nesil var. Soyun kesilmesinden söz etmediğimiz bir noktada yani toplumsal çürüme noktasında neslin korunması ilkesini nasıl okumalıyız?

Neslin korunması geçmişte daha çok zina ile bağlantılı olarak daha dar anlamda kullanılmış. Ama bizim bunu genişletip sağlıklı nesillerin devamı olarak da anlamamız mümkün. Psikolojik sağlık, akıl, ruh, beden sağlığı hepsini bir arada düşünmemiz gerekiyor. En son yaşadığımız olayda kapanan Discord uygulamasında çocukların yazdığı şeylere bakın. “Helal olsun abime nasıl kesmiş!” gibi cümleler var. Bu çocukların psikolojisi normal değil kesinlikle. Burada da korumamız gereken bir nesil var. Neslin korunmasının ikinci anlamı da bu olabilir. Öncelikle üremenin aile içinde kalması, zinanın yasak olması ve herkesin kendi soyunu bilme hakkı ki bizde o yüzden evlat edinme yok zaten. Koruyucu aile olabilirsiniz ama evlat edinme diye bir şey yok İslam’da. Bu benim çocuğumdur diyemezsiniz. Kendi soyunuza nispet edemezsiniz. O çocuğun da kendi babası-annesi olmadığını bilme hakkı var. Bu anlamda evlat edinme yoktur İslam’da. Ama koruyucu aile olabilirsiniz. Çocuğa bilgi vermek zorundasınız belli bir yaşa geldiğinde. Biz senin gerçek anne-baban değiliz, senin gerçek anne-babanı bulma, arama ve bilme hakkın var dememiz lazım. Bu bir hak olarak görülmüş. Daha geniş anlamı ise hem nesillerin devam etmesi hem de o nesillerin ruhen, fiziken sağlıklı nesiller olması. Aslında psikolojik olarak sağlıklı olmayan bir nesilden dindarlık ya da maneviyat bekleyemeyiz. Bu onun bir parçası zaten. Birçok çocuk namazını kılmıyor burada anne-baba çocuğuna namazını kıl diye baskı yapacağına ilk önce sevgiyle onu büyütüp doğru şekilde yönlendirdiği zaman o çocuk zaten temel mesajı alacaktır. Temel psikolojisi sağlam olduğunda diğer şeyleri de yapabilecektir. Ama psikolojisi sağlam değilse çocuğun dini vecibeleri de yerine getirme şansı yok. O yüzden İslam’ın temel esaslarından biri olan dinin korunması gerçekleşmemiş olur. Aslında dinin korunması da yeni nesillerle olabileceği için temel zaruri ilkelerden bir tanesi olmuş oluyor bu da. LGBT meselesinde olduğu gibi soyunun kesilmesi gibi şeyler olabilir ama artık onu bile aşacaklar. Çocuk sahibi olmak istiyorlar her şeye rağmen. Daha karmaşık ilişkiler oluşuyor. Onun yanında bir de sağlıklı olmayan nesillerle de karşı karşıyayız. Bunun için de kesinlikle maneviyat çalışmaları yapılmalı. Özellikle burada Diyanet’e çok iş düşüyor. İlk önce çocuklara Allah, peygamber sevgisini vermekle başlayıp sonra bu tür fitnelerden çocuklarımızı korumaya bakmamız lazım. Aksi takdirde gerçekten kaybedeceğimiz bir nesil var. Bu da neslin korunması ilkesi bağlamında önemli. Bu arada neslin korunması sadece İslam’a ait bir şey de değil. Evrensel bir kaygı gerçekten. Hz. Adem’den beri var olan bir şey. Hristiyanlıkta da Yahudilikte de var. Ayrıca bütün hukuk sistemleri de aileyi korumaya çalışıyor. Hâlâ öyleyiz çok şükür. Her ne kadar bozulmaya gitse de kimin kime nispet edileceğinin net olması hukukun da işine gelen bir şeydir.

 

Konu nesil olunca günümüz sapkın ideolojiler her zaman gündem oluyor. LGBT akımının nesle nasıl bir etkisi olduğu kanaatindesiniz?

Az önce saydığımız gibi her şeyden önce lezbiyen, gey, biseksüel, aseksüel, transseksüel, queer gittikçe genişleyen bir şey var. Bunun nesle nasıl bir etkisi var. İslam’ın korumayı vadettiği ve istediği temel şeylerden birini sarsmış oluyor. Niye önemli bu peki? Aslında fıtrata uygun olanı korumaya çalışıyor. Çünkü üçüncü bir cinsiyet yok; kadın ve erkek var. Bu fıtrata uygun olan. Hatta biz bugün şöyle de bozuluyoruz. Kadınlar erkek gibi, erkekler kadın gibi. Karakter olarak da böyle olmaya başlayan bir nesil var. Erkekler daha pısırık daha kendi kabuğuna çekilmiş, kadınlar her yerde ve atılgan. Çünkü erkekler geriye çekildi kadınlar ön plana çıktı gibi bir durum var. Bu fıtrata ne kadar uygun bilmiyorum. O dengeyi kurmak lazım. Burada da bir bozulma var bence. Ama onun haricinde LGBT konusuna bakarsak zaten bu ideolojik bir akım. Kişilerin hermofolikleri dışarıda bıraktığımızda yani doğuştan cinsel organları belirsiz olan hastaların haricinde -ki bunlar çok az bir kesim- olup o ideolojinin içerisinde olanlar için söylüyorum, en büyük amaçlardan bir tanesi zaten neslin muhafazasını engellemek. Neden böyle? Çünkü aile kurumu çok önemli. Aile olduğunuzda birlik oluyorsunuz. Aileler de sülaleleri, kavimleri meydana getiriyor. Orada ne kadar güçlüyseniz size müdahaleleri o kadar zor olacak. O yüzden yalnızlaştırma, bireyselleştirme ve ailesizleştirme birer politika şu anda. Biz bunları bir hayal olarak düşünüyoruz, abartılıyor diyoruz ama gerçekler gösteriyor ki ne insan hakları kaldı ne başka bir şey. Müslüman toplumlarda ailenin en güçlü olduğu toplumlardan biriyiz biz. Bu açıdan tehlike arz ediyoruz. Hem kapitalist dünya için tehlike arz ediyoruz hem de onların genel ideolojilerini gerçekleştirmesi için tehlike arz ediyoruz. Her şeyden önce bu konuda aile kurumunu ve nesilleri yok etme amaçları var. Yalnızlaştırma ve bireyselleştirme amaçları var. Bunu nereden anlıyoruz. Çünkü yalan yanlış birçok propaganda görüyoruz. Çocuklarda bile şu anda cinsiyet değiştirme mevzusunu görüyoruz. Hormonal tedavi veya ergenlik baskılayıcı maddelerin çok erken yaşlarda başladığını görebiliyoruz. Sen her konuda saygı duyarken neden bu konuda bir baskı yapıyorsun ailelere. Çocuk isterse sigara içebilir ama aile buna izin vermez değil mi? Çocuk bir şey yapmak isteyebilir aile izin vermeyebilir. Ama bir çocuk cinsiyetini değiştirmek istediği zaman aile hiçbir şey diyemiyor öyle bir baskı var. Özellikle Batıda. Bu aslında meselenin ideolojik tarafların olduğunu gösteriyor. Meşhur Kinsey deneyi var. Mesela bu adam bebeklerde orgazm sürelerini ölçüyor. Kimse de sormuyor sen bunu yüzlerce çocuk üzerinde nasıl yaptın diye. Mesela bir kadının çocuğu tecavüze uğrayınca kadına “belki senin çocuğun da istemiştir, çocuklarda da varmış bu duygu” diyorlar ve kadın şok geçiriyor. Ondan sonra bu işin peşine düşüyor. Bu adamı Rockefeller finanse etmiş, verdiği bilgilerin çoğu yanlış ve çarptırma. İş işten çoktan geçmiş yani bilim dünyası onun yaptıklarıyla bilgi üretmiş ve onun üzerine teoriler dayandırmış. Ama geriye dönüp “yapacak bir şey yok” deniyor. Bu kasten bir şeylerin yapıldığının ve oralara para akıtıldığının göstergesi. Bazı kavramları kullanamıyorsunuz, hemen homofobik damgayı yiyorsunuz. Her yerde adaletten bahsediliyor ama olimpiyatlarda cinsiyet değiştiren kişiler herkesi yendi ve birinci oldular. Bunları göz göre göre yapıyorlar. Aynı şekilde olimpiyatların açılışında sergilenenler… İyi niyetle “insanlara özgürlüklerini verelim” gibi bir şey yok. Kontrol ediyor çünkü seni. Kontrol edebildiği bir kesim oluyorsun.

Nesle etkisi bence önce bireyselleştirme ve yalnızlaştırma ikincisi de aile kurumunu yok etme. Recep hocamız çok güzel bir örnek vermişti. Amerika'da yaşayan bir Hindistanlı pahalı bir ev alıyor. Devlet bu evi nasıl alabildiğine dair bir soruşturma açıyor. Adam diyor ki “Akrabalarım kanalıyla aldım. Bana para verdiler alabilmem için.” Gerçekten banka hesaplarına bakıyorlar. Hindistan'dan birçok kişiden para gelmiş kendisine. Ve şok geçiriyorlar “Bu kadar parayı sana akrabaların mı verdi gerçekten?” diyorlar. “Evet biz de akrabalık bağları çok kuvvetlidir.” cevabını veriyor. Kapitalist sistemin işine gelmiyor bu. Çünkü normalde bankadan kredi çekip borçlanıp onları ödeyemeyip faize girmen gerekirdi. Ama akrabaların sana yardım etti ve borç aldın. Bu bile onları şaşırtan bir şey. Tabii ki de şu an gittikçe güvenimiz azaldı gücü elinde bulunduran kesime. Dolayısıyla bunların bir tuzak olduğunun rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Özellikle buna tıptaki gelişmeler ve teknolojik gelişmeler kesinlikle hizmet ediyor. Olumlu yönleri de var tabii ki ama onun yanında problemli durumlarla da karşılaşıyoruz. Her şeyin nimeti var ama bunun yanında külfetleri de beraberinde getiriyor. Bizim Müslümanlar olarak sağduyulu olup bu teknolojileri de gerçekten Müslümanca kullanmanız gerekiyor. Yapay zekadan tıp teknolojilerine, genetik mühendisliğinden savaş alanındaki mühendisliklere kadar teknolojiyi doğru bir şekilde kullanmamız gerekiyor. Bunun için de bir dünya görüşü oluşturup olan bitenin farkında olmanız gerekiyor. Neredeyiz, ne yapıyoruz, hangi yüzyılda yaşıyoruz? Hâlâ asr-ı saadet döneminde yaşadığımızı düşünen insanlar var maalesef. Keşke öyle olsaydı. Ama biz bu çağın insanıyız ve bu çağın problemlerinin önce farkında olup bunun çözümü için çaba harcamanız gerekiyor.

 

Hocam teklifimizi kabul edip sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.