Bereketin Reçetesi; Seherleri İhya
İnsan, hayatın olağan akışı içerisinde yorulur, günlük telaşeler arasında kaybolur gider. Çalışma ve okul hayatı hususi bir çaba sarf edilmediği takdirde öyle bir sarıp sarmalar ki insanı, bir süre sonra gün içerisinde yaptığımız farz ibadetler dahi rutinimizin bir parçası oluverir. Sadece görev bilinciyle yapılan ibadet makbul olmakla birlikte onu kokusuz bir çiçeğe benzetebilmemiz mümkündür. Bir çiçeği güzel yapan hem görüntüsü hem de kokusu olduğundan birinin olmaması o çiçeği eksik kılar. İbadet çiçeğine kokusunu veren ise feyz ve şuurdur. Günlük hayatın koşuşturmacasında kimi zaman uzak kaldığımız bu his, seher vakitlerinin sessizliği ve dinginliğinde saklıdır. Seher vakitleri değerlendirmesini bilen için Rabbimizin bizlere sunduğu manevi bir fırsattır. Hisseden ve duyan gönülleri Allah huzuruna davet eder ve onlara adeta manevi bir fırsat sunar. Seherleri ihya etmek bir bakıma Allah’ın davetine icabet etmektir. Bu davet bütün kullaradır ama buna icabet etmek mümtaz kullardan olmak demektir.
Gün içerisinde yorulan vücut eve gelince dinlenmek, uyumak ister. Ne kadar fazla uyursam o kadar dinlenirim düşüncesi çoğu zaman ağır basar. Halbuki gecenin bir vaktini uykuyla değil ibadetle geçirmek hem bir vücut hem de ruh dinlencesi olur insana.
Başta Efendimiz (sav.) ve ashabı olmak üzere evliyaullah gece ibadetine çok önem vermiş ve bu hususta diğer Müslümanlara çokça nasihat etmişlerdir. Efendimiz, Tebük gibi zorlu bir seferde dahi teheccüd namazını ihmal etmemiş ve seher vakitlerinden mahrum kalmamamız için bize şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Gece ibadetine dikkat ediniz. Çünkü o sizden önceki salih kimselerin adetidir. Şüphesiz gece ibadete kalkmak Allah’a yaklaşmaya vesiledir. Bu ibadet günahlardan alıkoyar, hatalara kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.” Hiç şüphesiz bu hadis Müslümanlar için açık bir reçetedir. Bu reçetede Allah’a yakınlığın, günahlardan uzak kalmanın ve bedeni dertlerden korumanın formülü verilmiştir. Her güzeli kıymetli kılan bir zahmeti bulunur elbet. İnsanı bir mıknatıs gibi çeken uykuyu bölerek ibadet için kalkmak kolay değildir. Ancak bu aynı zamanda Allah’a duyduğumuz muhabbetin, O’nun davetine icabet etme gayretimizin bir nişanesidir.
“Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz! Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de saman alevi gibi veya kibritin tutuşup hemen sönmesi gibi (kısa) olur.” (Tirmizî, Zühd, 24/2332) Efendimiz (sav.)’in işaret ettiği üzere günlerin, saatlerin bereketsizliğinden yakındığımız dönemleri yaşıyoruz.
Zaman öyle hızlı akıp gidiyor ki işlerimizi doğru düzgün yetiştiremiyor, aklımızın bir köşesinde yapamadıklarımız gün sonunda yorgun bir beden ve ruhla baş başa kalıyoruz. Bu bereketsizlik âhir zaman nişanesi olmakla birlikte insana bağlı nedenlerini sorguladığımızda evliyaullahın şu uyarısıyla karşılaşıyoruz. “Gündüzü bereketli geçmeyen gecelerini nasıl ihya ettiğine baksın.” Esasında “ebu’l vakt” yani zamanın kendisini yönetmesine izin vermeyen bilakis zamana yön veren bir Müslüman için gecenin gündüze en yakın olduğu bu kıymetli saatleri uyuyarak geçirmek büyük gaflettir. Bu hem ilahi davete kayıtsız kalmak hem de günün geri kalanını bereketten mahrum bırakmaktır. Bununla birlikte seherden sonra aydınlanan gökyüzü günah ve gaflet karanlığından ilahi af ve mağfirete kavuşmamızın temsili gibidir. O halde Efendimiz’den daha az mağfirete ihtiyacı olmayan bizler için seher vakitleri kaçırılmayacak bir fırsattır.
Ramazan’ın ayak sesleri olan mübarek üç aylara girdiğimiz şu günlerde niyetlerimizi ve amellerimizi tanzim edelim. Bu tanzimin onur konuğu seherleri ihya etmek olsun. Bereketin, ilahi af ve mağfiretin habercisi olan bu ihya hem dünya hem ahiret saadetimize vesile olsun. Amin.