15 Ocak 2025 Çarşamba

Afrikalı Annelerin Çocuklarına Anlattıkları Efsane: Abdullah Harun 

 

Bir öncünün bir şehidin hayatını kelimelere dökmek hiç kolay değil. Çünkü onlar coğrafya sınırlarını, zamanın duvarlarını aşarak, davalarını başka hayatlara eklemleyen ve davalarını başka insanların hayatlarında yaşatarak ölümsüzleşen isimler. Abdullah Harun da böyle bir şahsiyet. 1950’li yıllarda Güney Afrika’da Apartheid rejime karşı verdiği mücadelesi ile tanınmış ve bugün bile örnekliği ile hayatlarımıza yön veren bir kişilik. Onu tanımak ve mücadelesini anlamak en çok da ne ile savaştığını bilmeyle mümkün hâle gelir. Bu yüzden dönemin koşullarından kısaca bahsedelim. Güney Afrika’da 1948-1994 yılları arasında beyaz azınlığın çıkarlarını koruyan, bölgedeki siyahileri ve diğer etnik, dini grupları ikincil plana atan ve onların haklarını sömüren apartheid rejimi hakimdi. Beyaz azınlıklar kendi konumlarını üstün kılabilmek için diğer etnik grupları vatandaşlık hakkından bile mahrum bıraktı. Siyahların yaşam alanları beyaz azınlıkların yaşam alanlarından tamamen ayrıldı. Siyahi çocuklar beyaz çocuklarla aynı okullarda okuyamıyordu. Siyahilerin binebileceği otobüsler beyazların otobüslerinden tamamen ayrılmıştı. Bu ayrım sosyal hayatın ve siyasi yapılanmanın bütününe yayıldı. Müslümanlara karşı saldırgan tutumları ile de bilinen bu rejim, Nelson Mandela’nın mücadelesiyle 1994 yılında son bulana kadar sürdü.

 

İmam Abdullah Harun bu ırkçı rejime karşı mücadele eden ve bu mücadelesini şehadet ile taçlandıran önemli bir öncü olmuştur. 8 Şubat 1924’te Güney Afrika’nın başkenti Cape Town’da Malay asıllı bir ailede doğan Abdullah Harun’un bakımını, annesini daha bebekken kaybetmesi üzerine halası üstlendi. Temel eğitimini halasının desteği ile tamamladıktan sonra İslami eğitim almak için Mekke’ye gitti. Ve burada hayatının sonraki yıllarındaki mücadelesinin fikri temellerini atacak olan hocası Şeyh İsmail ile tanıştı. Bu ilmi yolculuğunda hocalarının tavsiyeleri üzerine yalnızca ilmi meselelerle değil sosyal ve toplumsal sahadaki sorunlarla da ilgilenmeye başladı. Bu yıllarda Abdurrahman el Alevi’den de etkilendi ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile tanıştı. Bu sürecin ardından 1955 yılında Cape Town’daki Câmia Mescid’ine imam olarak atandı. Cami cemaati Abdullah Harun’u genç ve tecrübesiz bulduklarından başta kabullenmediler. Ancak Abdullah Harun, Câmia Mescid’ini kısa süre içinde gençlerin de akın ettiği bir merkez hâline çevirdi. Yapılan çeşitli faaliyetlerle cami cemaatine gençler de katılmaya başladı ve cemaat hızlı bir şekilde genişledi. Gençler için sportif faaliyetler, ilim halkaları, çeşitli dersler ve yardım faaliyetleri yürütmeye başlayan İmam Abdullah Harun camiyi bir yaşam merkezi haline getirdi. Bu çalışmalar

 

yalnızca Müslüman gençlerin dikkatini çekmiyordu elbette. Abdullah Harun apertheid rejimi için tehlikeli bir isim olmaya başlamıştı.

 

Abdullah Harun zamanla apartheid rejimine karşı eleştirilerini açıktan yapmaya başladı. Çıkardıkları “Ayna” dergisinde, verdiği vaazlarda sık sık ırkçılığın kötülüğünden, İslam’ın ırkçılığı yasakladığından bahsetmeye başlamıştı. Bunların yanında “İslâmî haberler” gazetesinin editörlüğünü de yürütmeye başladı. Onun bu çalışmaları sadece Müslümanların bilinçlenmesi sonucu ile sınırlı kalmıyor aynı zamanda bütün milletlerden ve dinlerden kişilerin ırkçılığa karşı topyekûn başkaldırabileceğini de gösteriyordu. Bu amaç doğrultusunda Abdullah Harun Müslüman cemaati dışındaki kişilerle de sıkı iletişim halindeydi. Ek iş olarak yaptığı pazarlama dolayısıyla seyahat izni bulunasını da fırsata çevirmiş, Cape Town’un her belgesinden insanı ırkçı rejime karşı bilinçlendirmeye çalışmaktaydı. Bu mücadelesini ülke dışına da taşıyarak farklı ülkelerdeki kişilerle hatta yöneticilerle irtibat kurmuştu. Örneğin Suudi Arabistan Kralı Faysal ile de görüşme yaptığı bilinmektedir. Ancak bu görüşme yapabildiği son seyahat olacaktı. Abdullah Harun’un yaptığı bu görüşmeler onun apartheid rejimi tarafından daha da sıkı takip edilmeye başlanmasına yol açtı. Rejim tarafından cemaate sokulan birkaç muhbir her adımını rapor ediyordu. Artık sık aralıklarla Harun’un evine, eşinin ve çocuklarının önünde baskınlar düzenleniyor, sorgusu alınmak üzere polis merkezine götürülüyordu. Çok süre geçmeden Abdullah Harun’un ülke dışına çıkışı da tamamen yasaklandı. 28 Mayıs 1969 tarihinde Abdullah Harun yine ifadesi alınmak üzere polis merkezine götürüldü. Ancak bu sefer cemaatine geri dönemedi. Yalnızca eşyalarını almasına izin verildi ve ardından işkenceleri ile tanınan Caledon Square polis merkezine gönderildi. Burada 123 gün boyunca ailesine ve tanıdıklarına hiç gösterilmeden tutuldu. Abdullah Harun hapishanenin kötü koşulları ve yapılan işkenceler sonucunda 27 Eylül 1969 tarihinde şehit edildi. Yapılan resmi açıklamada Abdullah Harun’un merdivenden düşmesi sonucu vefat ettiği belirtilse de bu açıklama gerçekle uyuşmuyordu. Vefatının ardından yapılan otopsi çalışmaları da onun şiddetli işkencelere maruz kaldığının kanıtı niteliğindeydi. Abdullah Harun’un ölümünden mesul olanlar o dönem cezalandırılmadı ancak 2022 yılında şüpheli ölümünün yeniden soruşturulması için kurulan mahkemede, ifade verdiler ve yeni bir süreç başlatıldı.

 

Onun yaşamı ve şehadeti çok zorlu ve kısıtlı şartlarda bile yapılabilecek şeylerin olduğunu hatırlatıyor bizlere. Bugün bile hayatımıza alabileceğimiz örneklikleri barındırıyor. Sadece ilim insanı olmayıp ilminin yanına fiiliyatı da eklemesi, koşullardan şikâyet yerine kendi yapabileceklerine odaklanması ve bitmeyen azmi bu örnekliklerden sadece birkaçı.