Tarık Tufan Diyor ki...
Tarık Tufan ile Röportaj
Röportaj; Elif Yaman, Saliha Can, A. Zeynep Toprak
Tarık Tufan, ortalarda olmayan ama 'ortada' duran bir ağabey. Bizim için önemli bir yeri var. Çok okuyan, çok düşünen bir radyo programcısı aynı zamanda. Kendine ilkeler koymuş gerisini umursamayan bir TV programcısı, bir gazeteci, bir yazar ağabey Tarık Tufan, kekemeliği doğuştan bir lütuf olan neşeyi ve hüznü birbirine kardeş eyleyen biri…
Çok yoğun olduğunuzu biliyoruz. Yazarlık, TV, radyo derken bir hayli koşturuyorsunuz. Bu koşuşturmaları yaşamanızın en büyük nedeni ne? Sizde çok rahat edeceğiniz bir işte çalışabilir ya da çiçek böcek edebiyatı yaparak para kazanabilirsiniz…
Nerden başlayacağımı bilmiyorum muhtemelen sizi buraya getirip bu konuşmayı yapmamızı sağlayan şey, sizi bura getiren şey neyse benim yazarken yaşadığım duyguda aynı. Bir sürü cevap verebilirler benim kendimle yaratıcıyla etrafımdaki her şeyle kurduğum hayat biçimi beni yazmaya iten sebep. Söylediğim şeylerin unutulmaması istiyorum. Yazmak bu yüzden cazip geliyor. Yazarak hayatımı yaşıyorum. Bu dünyada ne için yaşıyorsam onun için yazıyorum. Niye yaşıyorum sorusuna cevap vermekten ziyade gayretlerimi dile getirebilirim. Var edenin ve hayatla olan ilişkilerimde ilkelerim var. Var edenin verdiği farkındalıklarım var. O ilkelerle hareket ediyorum. Ve bunun için yazıyorum yazmak benim varoluşumun bir parçası. Kulluğumun bir parçası. Bu sebepten yazıyorum.
Hemen kitaplarınıza geçmek istiyorum. Çok ayrıntılı yazılarınız var. Okuyanlarına vay be adam ne yazmış tam da ben dedirttiriyor. Hayattan imgeler var, büyük gözlemler var. Bunlar için özel olarak çalışıyor musunuz? Ya da bunlar zaten ben- deydi sadece yazdım mı diyorsunuz?
Nasıl düşünüp yaşıyorsam öyle yazıyorum, yazmak benim için kurgulanmış bir şey değil. Dışarıdan değil içeriden bir şey, yazmak. Oturup uzun uzun kurgular yapmıyorum. İmgeler anlam dünyası demek. Bu yüzden imge kullanırız. Bu kadar yoğun imge kullanmak anlatacağınız şeyi daha geniş ve açık anlatmanızı sağlıyor.
Öykü yazanlarda hep vardır, kendilerinden azda olsa bir şeyler katarlar içine. Tarık Ağabeyimiz, o ilk kitabını sokakta hediye alıp yazları yalanlar söyleyen çocuk mu? O radyo programcısı mı? Geri dönüşler yaşayan adam mı? Ya da yok kardeşim ben değilim demesi olası mıdır?
Bu saydıklarının hepsi benim. Yazdığım her şey benim dünyamda dokunduğum yerlere ait olan şeyler. Hayatımda karşılaştığım şeyler. Fakat şöyle de söylemek gerekiyor: yazdığım şeylerde kurgularda var benim yaşamadığım ama şahitlik ettiğim, yaşayıp başka şekilde anlattığım şeyler de var. Bu ne demek yaşadığım bazı şeyleri yazıyorum bazen salkıyıp kendimi gizliyorum. Dolayısıyla yazdığım her şeyin bir gerçekliği var ama gerçekliğin öznesi her zaman ben değilim. Bunları açık etmek istemem ama saydıklarınızın Öznesi benim. Okurla yazar arasında bir ilişki varsa gerçekliği hissedebilir. Ya da bozulan gerçekliği kavrayabilir. Yazarında kendini gizleyecek kadar hürriyeti olmalı her şeyi açık etmek yaralar açabilir kimi zaman.
Biraz da arabesk üzerine konuşalım mı?
Arabeski çok severim. Arabesk üzerinden faşizan tavırlar sergilemelerini çok çirkin buluyorum. Arabeske yaşam kültürü olarak dışlanması gereken ya da aşağılanması gereken bir yozluk olarak bakıyorlar. Arabesk yaşam kültüründe önemli bir yere sahip. Bu kaçınılmaz bir şey benim için. Arabesk benim için yok sayılamaz bir karşılık. Her sabah bir atölyeye giden bir adam orada çeşitli işler yapıp az bir para alıp ailesiyle paylaşmak durumunda kalan bir adamdır ve ondan çok da böyle pop ya da ritmik şeyler dinlemesini bekleyemezsiniz. Yaşantısında da böyledir. Müziğin iyi ve kötü örnekleri olarak ele almak lazım türleri. Arabeskin iyi örneklerini dinlemek ve keyif almak mümkün. Arabesk artık yaklaşabiliyor. Beyazların elinde hem de. Şunlarla kıyaslanmak istemem barlarda Müslüm Gürses dinleyen bir güruh oluştu. Ben gerçek bir arabeskçiyim. Bu edebiyatta da kendini gösteriyor. Bazı Yılmaz Erdoğan şiirlerini çok arabesk bulur ve beğenirim. Mesela 2.yeninin de arabesk damarları vardır. Arabesk bulup hoşuma gider.
Biliyoruz ki Tarık Ağabey şundan haberdar: Okuyanların ben yazmalıydım dediği şeyleri yazıyor. Fakat şunlardan haberdar mı bilmiyorum: Nurettin Efendi ağlarken ağlayan okurlara sahip. Ve benim de yaşayıp inanmıyorum dediğim bir şey var siz radyoda bir parça dinlerken ben de mp3'ümden aynı sese kulak veriyordum. Okurlarınıza bu kadar yakın olduğunuzu biliyor muydunuz?
İnsanların ortak duyguları ortak eylemlere itiyor. Bizim gibi yaşayanlar aynı karakterlerden etkileniyorlar. Aynı melodilerden etkileniyorlar. Otursak ve kendimize yakın üç kişiye nelerden hoşlandıklarını sorsak benzer birçok nokta ortaya çıkar. Aynı yaşam algılarına sahip insanlar benzer şeyleri hissediyorlar. Yazar ve okur arasındaki ilişki. Radyocu ve dinleyici arasındaki ilişki bu şekilde açıklanabilir. Bir kişi neden saatlerce dinler radyo programını çünkü fark eder ki değişik bir bağla bağlanmıştır. Aynı günahlara ortak oluyorlar, aynı şeylerden heyecan alıyorlar. Aynı şeylerden kırılıyorlar. Ben radyo istasyonunda Aliya deyince herkesin aklına karda dua eden fotoğrafı gelebiliyor. Benim yazdığım şeyleri ben de düşündüm demeleri bana çok samimi geliyor.
Hayal Meyal çoğunlukla beğenildi. Fakat bazı okurlarınız, Tarık Tufan bu kitapla beyazlaştı, popülerliğe yenildi diyor. Tarık Tufan bizce beyazlaşmadı, beyazlaştı diyenlere, ben rengimi buldum diyebiliyor musunuz?
Bu son zamanlarda enteresan bir hal almaya başladı. Herkesin hayatına yargılarda bulunuyoruz. Beyazlaşmak da böyle başladı. Mesela senin hayatında beyazlaşmak ne ifade ediyor?
Ben beyazlaşmak popülerliğe yakın olma, kendi özünden uzaklaşma gibi çağrışımlar yapıyor. Şeffaflaşmak gibi. Beyaz girdiği ortamı bozan bir renktir. Bunları düşünüyorum beyazlaşmak derken ve tabii kitabınızda geçtiği şekilde.
Şöyle şeyler söylüyorlardır. En kabasından bir tabirle bulunduğu bir ortamda şimdi bulunduğu ortam farklı. Yani yaşam kültüründe köklü değişiklikler var demek istiyorlardır. Bunun en somut örneği Michael Jackson o harbiden beyazlaşmıştır. Siyah bir adamın beyazlaşmasından bahsediyoruz. Daha sonra farklı figürlerde bu kavrama eklenebilir. Popüler kültür içerisinde Müslüm Gür- ses'in de beyazlaştığını iddia edebiliriz. Yazı anlamında beyazlaşmak muhtemelen benimde kullandığım bir ifade var 'bizim mahalle' diye. Bizim mahallede beyazlaşmak ifadesini bazı kişiler bir silah olarak tutuyorlar. Yani kendi düşünüş ve yaşam tarzlarını değişmez ve mutlak doğru olarak kabul edip bunun dışındakileri o silahla vurabilirler. Bunun bir değer yargısı oluşturduğunu düşünmüyorum. Birkaç adam öyle söylüyor diye biz onların. ağzına bakıp yaşam tarzımızı mı değiştireceğiz? Böyle bir şey yok! Bir insanın hayatını bu şekilde eleştirmeye kimsenin hakkı yok diye düşünüyorum. Benle ilgili şunu söylemeye çalıştıklarını anlayabiliyorum: ben görünür alanda TV'de yer alıyorum. Bundan önce ki hayatımda olmadığı için bu- nu kendi hayatlarında istemedikleri için böyle konuşuyorlar. TV yakın zamana kadar kâbustu ama artık rızkımı çıkarıyorum buradan... Konuşamamak onlara meşruluk vermememdendir. Kimseye bu hakkı vermem. Bir de bazı arkadaşlar var kendilerini ortaya çıkarmak için böyle yapıyorlar…
Bu kadar derine inmişken, Üstad Nuri Pakdil ve Kudüs' e değinelim. Kudüs'e değinmişken bilmeyenler için Kudüs'ü savunan börekçilere de değinelim…
Nuri Pakdil'in de benim dünyamda böyle güçlü bir etkisi var. Özellikle 1960'larda böyle cümleler kurabilen bir Müslüman'la aynı "mahalle"de oturuyor olmak benim için çok önemli. Ne demek isti- yorum? İslamcılığın muhafazakârlıkla, sağcılık kavramlarıyla kol kola yürüdüğü bir zamanda bile "emek" gibi "direniş" gibi "aş" gibi kavramları konuşan bir adamdan bahsediyoruz. Ve iyi bir dille bunu yapan bir adamdan. Düşünsel ve sanatsal bir adamdan bahsediyoruz. Yenilgiyi kabullenme- yen, geri dönüşleri kabullenmeyen tarzı da bana çok cazip geliyor. Bunun için de edebiyat dergisinin ilk çıktığı zamanlardaki tutumuna bakmak bize yol göstericidir. Hala yazmaktadır. Kudüs gerek Nuri Pakdil'in gerek Sezai Karakoç'un hayatın- da önemli yeri olan bir coğrafya. Nuri Bey 'Kudüs sevilmeden insanlığa girilmez.' diyor. Bunun samimiyetini evine gittiğim bir sıra gördüm. Odasına Kudüs fotoğrafı asmış. Çok sahici ve içten bir şekilde asılmıştı oraya. Sezai Karakoç'un da "gökyüzünde kurulup yeryüzüne indirilen şehir" dediği coğrafya da odur. Kudüs benim için bu kanallarla bezenen bir coğrafya tabi ki kendini önemli kılan bir coğrafya zaten! Kudüs'ü savunan börekçilerde bir börekçi de gördüğüm takvimin arkasında fotoğrafı olan Kudüs'tü. Çiçek ya da sanatçı asa- bilirdi ama adam Kudüs'ü asmış. Adam belki orayı Mekke sanıyor ama ben orasıyla ilgilenmiyorum. Bu benim dünyama kattığı coşkudan bahsediyorum o yazıda.
Cahit Zarifoğlu desem ne dersiniz?
Cahit Zarifoğlu deyince, "Yaşamak" kitabının ilk cümlesini söyleyeyim 'ne çok acı var'. Ya rabbim nasıl bir cümledir. Kırılgan hüzünlü ama coşkulu bir kalbin hayatı yaşama yolunda ilk karşılaşmadan itibaren kullanacağı bir cümledir bu. Bu kaçmak değildir. Bu teşhisten sonra o acıların üzerine yürümeyi başarabilmiş bir şairdir. Cahit Zarifoğlu adını andığımız andan itibaren cesur artist ve aynı zamanda kendi dünyasını başkalarını umursamadan yaşayan bir adamdan söz ediyoruz. Bir yıl boyunca takıldığı bir kahvede onun şair olduğunu bilmeyen insanlarla oturup kalkması aradıklarında -aa burada cem abi var onu mu soruyorsunuz? Demesi bana çok acayip etkileyici geliyor. Bu kişileri etkileyicilikleriyle almaktan ziyade söylediklerini bilmek lazım. Otostopla Avrupa'yı gezen Zarifoğlu diye tanımak lazım ama şiirlerinin de Türk şiirine farklı bir yön kazandırdığını bilmek gerek aynı zamanda. Bütün bu artistliğini sanatçılığını yaşarken Müslümanlığından geleneğinden ödün vermemiş bir kişilik var. Cahit Zarifoğlu yaşanılır bir dünya dili kullanan bir şair. Afganistan'a bakarken öte yandan naif bir aşkı anlatacak kadar kişiliklidir. Kalıplarla tanımlanacak bir şair değildir. Sahici olduğundan tanımlanamaz.
Son olarak korodaki çocuklara neler demek istersiniz? Bizim Genç Öncüler sizin kekeme çocuklar korosu dediğiniz kişilere…
Genç Öncüler daha iddialı tabi... Kekeme çocuklarla kıyaslandığında. Kekeme çocuklarla birlikte yaşıyoruz. Onların kekemelikleri de hayatta trend olan bir takım şeylere girmemeleri. Mahmut Coşkun mesela Britney Spears değil de Aliya belgeseli çekiyorsa bu onun kekemeliğinin ispatıdır. Sizin de Genç Öncüler'de yazıyor olmanız bir tarafıyla böyle bir kekemelik. Fakat bu kekeme arkadaşlar hayatla aralarında bu kekemelik sürse de çok iyi şarkı söylüyorlardır. Bu da birbirimize inanmayı gerektiriyor. Benim de yapmaya çalıştığım bu. Bu çocukları önemsiyorum çünkü ben de önemsenmek istiyorum. Bunu söylerken "aynı mahalle"de yaşayan insanların birbirine sahip çıkmaları gerekir. Bunu yaparken bana benzedikleri için sevmiyorum bu devletin tarzıdır. Bu egemenlerin tarzıdır. Bizim böyle bir dayatmamız olmasın. Bize benzemedikleri anda nefret etmeyelim. Bizim mahalleyi de tek tipleştirmeye çalışan insanlardan uzak duruyorum. Kekemeliğini, kırılganlığını ortaya koyan insanlarla iletişim kurmaya devam ediyoruz.
Teşekkür ederiz ALLAH yardımcı olduklarından yani yeniden başlayanlardan eylesin…
Amin. Ben teşekkür ederim...