Türk sinema tarihinin önemli yapıtlarından biri hiç şüphesiz Susuz Yaz. Benim de naçizane sahne çekimleri, oyunculukları ve müzikleri ile çok beğendiğim ve birkaç kez izlediğim bir film. Necati Cumalı’nın aynı isimli eserinden uyarlanmıştır. Metin Erksan’ın mülkiyet sorununu konu aldığı üç filmden ikincisidir (Yılanların Öcü, Susuz Yaz, Kuyu). Aynı zamanda 14. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’yı alarak uluslararası alanda ödül alan ilk Türk filmi olmuştur.
Filmin konusu Ege’de, İzmir Urla’nın Bademler köyünde geçmekte ve köylüler arasındaki su kavgası üzerinden şekillenmekte. Filmi kısaca anlattıktan sonra değerlendirip fikirlerimi beyan edeceğim.
Osman ve Hasan isimli iki kardeş sene boyunca çalışıp tarlalarını genişletmişlerdir ve Osman arazinin çoğalması ile de artan su ihtiyacını karşılamak için tarlalarından çıkan suyu geçmişten beri beraber kullandıkları köylülerle paylaşmak istemez. Hasan biraz daha ılımlıdır; hatta abisi Osman’ı bu işten vazgeçirmeye dahi çalışır. Fakat Osman’ın mal hırsı buna engel olur. Köylü ile konuşan Osman köylülere ileride suyu kapatacağını söyler ve tepki ile karşılanır fakat yaz gelip de su kesilinceye kadar da kimse harekete geçmez.
Hasan, Bahar isimli bir kıza vurulmuştur, abisi de elini çabuk tutması için kardeşine ısrar etmektedir. E tabi genişleyen tarlalara çalışacak insan da lazım... Ancak bir pürüz çıkar; Bahar’ın anası rıza göstermez, hasadın kaldırılmasının beklenmesini söyler. Osman, Hasan’a kızı kaçırması için telkinde bulunur. Hasan, Bahar’la da konuşur. Önce anasının dediklerini tekrarlayan Bahar, Hasan’a boyun eğer. Osman'ın da yardımıyla Hasan kızı kaçırır. Anasını da hoş etmek için bir düğün yapılır. Gerdek gecesi Osman odayı basar “Çocuk yapın, çok çocuk yapın, erkek evlat yapın.” diye söylenir: “Hepsi de benim gibi erkek olsun”.
Zamanı gelir, Osman köylüyle inatlaşıp suyu köylüye kapatır. Tarlaları susuz kalan köylüler duruma tepki gösterir fakat büyük bir direniş de göstermezler. Osman suyu akşamları açacaktır çünkü. Osman yazın iyice gelmesiyle suların azalmasını bahane göstererek suyu temelli kesmeyi kafasına koyar. Köylü de genel olarak tembeldir ve aralarında sağlam bir birlik olduğu söylenemez.
Zamanla mal hırsı iyice artan Osman, en bol mahsul benim olacak diye tutturur ve suyu tamamen keser ama Hasan’ın da içi el vermez bu duruma, ancak abisinin de sözünden çıkmaz. Yazın ortasında suyu kesilen köylü mecburen beraber hareket etmek zorunda kalır. Osman’a karşı koymaya gelirler ama ne fayda; Osman inadından dönmez, suyun kendi tarlasından çıktığını söyler. Muhtar da Osman’a söz geçiremez ve mahkemeye giderler. Mahkeme tedbiren suyu açtırır. Osman şeriatın kestiği parmak acımaz der ama o da gider bir avukata. Velhasıl Osman yine suyu hakimiyetine aldırır.
Köylülerden biri Osman’a husumetinden Osman’ın köpeğini vurur; bunun üzerine Osman ile Hasan suyun başında nöbet tutmaya başlarlar. Bir gece köylülerden ikisi Osman nöbet tutarken suyun kesildiği yeri patlatır ve kaçar. Peşlerine düşen Osman köylülerden birini vurur. Sabah günün ayması ile vurulan köylünün cesedi köylüler tarafından bulunur. Köylü çıldırır. Osman sabah çağırdığı askerlere patlatılan su yolunu gösterdiği sırada köylüler Osman’ı linç etmeye gelir. Osman askerler sayesinde kurtulur.
Osman’a mahpus damının yolu gözükür. Mahkemeden önce Osman, Hasan’ın aklına girer, yaşının küçük olduğundan daha az ceza vereceklerini söyler. “Suçu üstüne al, az yatarsın, Bahar’a ben bakarım, malları ben çekip çeviririm.” der. Hasan’a iyi bakacağını, parasını eksik etmeyeceğini söyleyerek de Bahar’ı susturur.
Hasan suçu üstüne alır. Hasan içeri girerken Osman beraat eder. Bahar aynı evde kalmaya devam eder, tarla işlerinde ve evde de Osman’a yardım eder. Görüş günlerinde Hasan’ı görmeye giderler. Tek kalan Osman’ın köylü ile kavgaları devam eder. Köyde hayat devam etmektedir. Fakat kardeşi mahpustayken Osman’ın Bahar’a önceden de olan tacizleri devam eder. Köylüden aynı dam altında yaşamalarının uygun olmadığı ile ilgili laf gelince Bahar da buna hak verir. Ancak Osman bu işe yanaşmaz; gözü Bahar’dadır.
Bir süre sonra Hasan’ın hapis yeri değişir ve ailesinden temelli uzaklaşır. Bir zaman sonra Osman, Hasan’a ne para gönderir ne gelen mektupları Bahar’a iletir. Hasan’ın haberi kestiğini söyler, niyeti de iyice bozar.
Bir gün şehre giden Osman’a bir gazetenin Hasan isimli bir mahkûmun Niğde Hapishanesi’nde öldüğünü yazdığını söylerler. Olayın detayına bakmayan Osman’ın işine gelen de budur zaten; Bahar’a Hasan’ın öldüğünü söyler. Bunun üzerine Bahar anasının yanına dönmek ister, Osman malların yarısı senin der bahane eder, gitmesine karşı çıkar. Bahar’ın anası da ‘’Bana kalsa dönsün.’’ Der, kızına destek çıkmaz. Bahar yoldan eve geri döner. Osman, Bahar’a zorla sahip olur ardında Bahar’la evlenir.
Aradan geçen yıllarda köylü artık kuraklığa da dayanamayarak suyu Osman’dan para ile almak ister.
Derken af gelir ve Hasan erken çıkar. Hasan gitmeden fikir suçlusu olan ve hapiste kalmaya devam edecek olan Kemal’den akıl alır. Suyu Osman’dan alıp köylüye vermesi gerektiğini ve Osman’ı vurmamasını söyler.
Hasan köye dönerken yolda bütün gerçekleri öğrenir. Koşarak eve gelir. Bahar kandırıldığını öğrenince kahrolur. Hasan, Osman’ın peşine düşer, tarlada suyun yanında silahla bekleyen Osman’ı bulur. Osman ile Hasan boğuşur ve Hasan, Osman’ı orada boğar.
Bahar’ın yanına giden Hasan, Bahar’ı affettiğini söyler ardından suyu açar. Osman’ın cesedi de yıllardır kestiği su yolundan gider. Film bu şekilde sonlanır.
Film boyunca içten pazarlıklı olan Osman’ın sürekli Bahar’ı tacizlerine şahit oluyoruz. Osman, Hasan ile Bahar’ın daha ilk gecesinden itibaren onları rahatsız etmeye başlar. Olanları abisinin kabalığına veren Hasan durumu çok fark edemez ama Osman’ın aklı Bahar’dadır. Bazen duvar deliklerinden gözetlerken bazen de gereksiz temaslarda bulunarak Bahar’ı taciz eder. Hasan’ın ölüm haberinden sonra tacizlerin boyutu artar. Burada Bahar’ı da sessiz kalmasından dolayı eleştirebiliriz ama anasından dahi eve dönmek için destek görmeyen Bahar kime güvenecekti? Çaresiz kalmıştır bir manada.
Bahar aslında tipik bir Anadolu kadınıdır. Gün boyu tarlada erkeklerle aynı işi görür fakat eve gelince de işi bitmez; erkeğin ayağını yıkar, yemek yapar, çamaşır yıkar, yatakları serer. Toplum yapısı içinde ezilmiştir ve söyleyeceklerini hep en son söyler. Osman bir sahnede tavuk keser ve tavuk daha çırpınırken baharın üstüne atar ve ardından bir kahkaha atıp “Kadın kısmını arada korkutmak gerekir.” der. Ayağını yıkattığı bir sırada da “Allah kadını erkeğin küçük bir kemiğinden yaratmış.” şeklinde dini ifadeleri kendi işine gelir şekilde yorarak onu aşağılamaktır. Kısacası hep bir hegemonya altındaki kadınla karşı karşıyayız.
Filmde kadınlar arasında da bir dayanışma göremiyoruz, hatta filmde bir sahne hariç Bahar’ın diğer kadınlarla hiç diyaloğu yok. Bahar anasından dahi destek göremez. Eşinin ölümünden sonra eşinin abisi olan adamla zorla yaşamak zorunda kalır. Önceden köyden gelen uyarıların da olmasına rağmen durumun böyle şekillenmesinde toplumun sadece dedikodudan ibaret olduğu ve herhangi bir yaptırımının olmadığı ortada; ciddi manada bir tepki olmuş olsa ne Osman buna cüret edebilirdi ne de Bahar bu kadar yalnız kalırdı. Fakat kendi haklarını bile savunmada beraberlikten yoksun kalan köylüden ne bekleyecektik?
Geçimi tarıma dayanan insan için en önemli madde sudur. Su olmadan mahsul olmaz. Kendilerini tehdit eden susuzluk tehlikesine rağmen sağlam bir irade ortaya koyamayan köylü en sonunda zorbaya teslim oluyor. Hakları olanı dahi para ile almayı kabul ediyorlar. Tarım için en önemli unsur “toprağın kanı’’ olan su için onsuz yaşayamayacaklarını bile bile mücadele edemeyen bir topluluktan, ezilen başkaları için büyük bir ses beklemek hata olur.
Film sene olarak 1964’te çekilmiş, yazıldığı tarih daha da eski fakat insanımız aynı insan. 54 senede insanımızın geçim kaynağı, yaşadığı çevre değişti belki ama duyarsızlığı, göz yumması, boyun eğmişliği ne kadar değişti? Ezilen insanlar, yanlış yollara sürüklenenler, katledilenler, emeği sömürülenler ve daha niceleri toplumumuzda bir gerçek olarak durmaya devam ediyor. Bu nedenle olana ayna tutan bu filmi ahlaksızla suçlamak yanlış olurdu.
Özellikle son zamanlarda daha çok haberlerle gündeme gelen konular yeni değil maalesef yıllardır yaşanan hadiseler. Aile içi cinsel tacizler yozlaşan toplumun bir göstergesi. Bunun günümüzde yaygınlaştığı ile ilgili bir şey demek pek mümkün değil çünkü geçmişte yaşanan hadiselerin kaçı gün yüzüne çıktı kaçı saklı olarak kaldı ulaşılabilir değil. Buradan bir kıyas yapmak doğru olmaz yani ne yokmuş gibi bakılabilir ne de daha fazla olduğu çıkarılabilir. Fakat görmediğimiz de olmadığı anlamına gelmiyor. Üstü örtülen davalar, sineye çekilen tacizler, tecavüzcüsüyle evlendirilenler, zorla kuma giden kadınlar...Ne yazık ki daha bilemediğimiz binlerce hadise daha var. Bunlar oldu ve yaşanmaya devam ediyor.
İletişim araçlarının yaygınlaşması ve ulaşılan kitlenin artması ile de daha büyük tepkiler oluşmaya başladı. Saldırıya, tacize uğrayanın değil bu tacizleri ve saldırıları gerçekleştirenin suçlu olduğu, ses çıkarılması gerektiği haykırılıyor artık. Devletimiz de bu vakalara öncelik veriyor; kadına, çocuğa ve güçsüz olana sahip çıkmaya çalışıyor. Tabi ki her şey gerektiği gibi işlemiyor birçok hadise daha devlete intikal etmeden üstü örtülüyor.
Kimi zaman ufak bir kasabada herkes tecavüze göz yummuşken kimi zaman büyük şehirde sokak ortasında dövülen bir kadının hesabını soran olmamış. Uzaktan minaresini gördüğümüz köyün içinde ahlaksızlığın adı kader olmuş. Bu meselelerin artık ayıp, günah demeden ele alınması gerekiyor. Gençlerin yükseköğrenim görmesi için çaba sarf ederken aile eğitimi, birlikte yaşama kültürü gibi değerler unutulmamalı. Yaşananlara duyarlı, ahlaksızlıkların farkına varan ve karşısında duran insanlar yetiştirebilmeliyiz.
Toplumda bu tür ahlaksızlık hadiselerini hasıraltı etmeyeceğiz, fakat son zamanlarda inatla defalarca yayınlanan kayıp çocuk, aile içi taciz, hayvanlara katliam gibi nice haberler ile acaba sadece toplumsal bir duyarlılık mı oluşturmaya çalışılıyor yoksa kimsenin birbirine güveni olmayan bir toplum mu oluşturuluyor bunu da göz önünde bulundurmak lazım.
Yeni uygulanmaya başlanan politikalarda çalışmalar farkındalığı artırmaya yönelik ve gizlenen, sineye çekilen hadiselerin cezasız kalmaması için. Daha alacağımız çok yol var ve elimizden geleni yapmadığımız sürece mazlumların vebali hepimizin üzerinde kalacak.
Burak İdi