23 Kasım 2024 Cumartesi

Fethin Sembolü 'Ayasofya'

Günümüzün en müşkül konusu; tam 916 yıl kilise, 481 yıl camii, 86 yıldır müze olan kültür mirası Ayasofya’yı irdeleyeceğiz. Yanı başımızda duran bir mirası, devasa bir tarihi, hemen hemen tarihin her alanını dipsiz bir kuyuya çeken bu muazzam eser Ayasofya’yı anlatacak olmanın büyük heyecanı ile sizleri derin bir tarih yolculuğuna götürüyorum.

Ayasofya adındaki "aya" sözcüğü "kutsal, azize", “Sofya” sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “Aya Sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır.

Bizans, I. Konstantinos tarafından düzenlenen ve 325 yılında gerçekleşen İznik konsülü ile Hristiyanlık dinini resmen kabul etmiştir. Yeni bir dine geçerek çok tanrılı inancı bırakan Bizans kendine yeni ibadethaneler yapmaya başlamıştır. Bu ibadethanelerin en önemlisi ‘kutsal bilgelik’ anlamına gelen Hagia Sophia’dır. İlk kez Ayasofya 15 Şubat 360 yılında ahşap bir yapı olarak hayata geçmiştir. Ancak; İstanbul Patriği Ionnes Khrysostomos’un sürgüne uğramasıyla 20 Haziran 404 yılında çıkan ayaklanmayla yakılarak tahrip edilmiştir. Bu isyanın ardından imparatorluk II.Theodisos Ayasofya’yı tekrar inşa ederek 10 Ekim 415 yılında tekrar hizmete sunmuştur. Ancak bu sefer de İmparator Justinionus ve eşi Theodora yüzünden 14 Ocak 532 yılından çıkan Nika ayaklanmasında yanarak yok olmuştur. Tüm bu isyanların ardından gücünü kanıtlamak isteyen İmparator Justinianus elindeki imkanları sonuna kadar kullanarak çok büyük bir ibadethane inşa etmiştir. Bu tarihi mabedin mimarları ise Miletli İsidoros ve Aydınlı Anthemios’dur. Yapımında yaklaşık 10.000 işçi çalışmış, İmparator bizzat işçilerin yanında olarak onları desteklemiştir. İmparatorluğun farklı mabetlerinden değişik mermer sütunlar ve malzemeler getirtilmiştir. 5 yıl gibi kısa sürede tamamlanan Ayasofya 27 Aralık 537 yılında açılmıştır. Devasa kubbesi ve ihtişamıyla gören herkesi büyüleyen yapı teknik açıdan eksiklikler vardı ve bu yüzden sürekli olarak tamir edilmesi gerekiyordu. Halk arasında kubbenin melekler tarafından taşındığına ve korunduğuna inanılırdı. Tarihi ehemmiyeti ile günümüze kadar gelmiş yapı her zaman en önemli meselelerin gerçekleştiği mekân olmuştur.

Çok fazla Bizans dönemiyle sizi yormayacağım. Peygamber övgüsüne mazhar olmuş bir komutanın çağ açıp çağ kapattığı, gemileri karadan yürütüp Konstantinopolis’i İstanbula dönüştürdüğü güne geliyorum.

 

Tarih 29 Mayıs 1453…

 Sabah saatleriydi Osmanlı askerleri Kerkoporta adlı kapıdan içeri girdiler ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler. Sultan Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve min-baÊ¿d (bundan sonra) tahtım İstanbul'dur diye buyurdu.    Batılılar gibi önüne geleni yakıp yıkmadı. Kadın ve çocuklara dokunmadı. Her görüşe saygı duyduğu gibi onların ibadetlerini özgürce yaşaması emrini verdi. Hatta Ayasofya’ya zarar vermek yerine Hristiyanların görüşlerine saygı duyduğu için onların ibadethane olarak gördüğü yerde ibadet etti. Yapıya olan saygısından ismini dahil değiştirmedi.

Fethin hemen ardından Mehmet şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı.

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinin ardından Ayasofya için bambaşka bir dönem başladı. İnsan figürleri sıvayla kaplanırken bazı eserlere dokunulmadı, kapatılan bölümlere İslami motifler yerleştirildi. Kubbesinin Bizans döneminde birçok kez çökmesine rağmen Mimar Sinan’ın İstinat duvarları eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir. Ayasofya’daki zayıf noktaları doğru tespit etmiş ve günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.

Artık Ayasofya 4 minareli bir camii olmuştur. Ancak minareler farklı dönemlerde yapıldığı için birbirinden farklıdır. İlk yapılan kırmızı renkteki minare Fatih Sultan Mehmet döneminde, İkinci yapılan minare oğlu II. Bayezid döneminde, diğer iki minare ise Sultan II. Selim ve Sultan III.Murad zamanında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman  ise fethettiği Macaristan’dan Ayasofya için iki dev kandil getirtmiştir. Sultan I. Mahmut zamanında ise Ayasofya’ya bir kütüphane yaptırılır. Bu kütüphanenin kapısına ‘Ya Fettah’ yazısı işlenir. Fettah hem Allah’ın isimlerinden biridir hem de ‘’açan’’ anlamına gelir. Yani Allah’ın ilim kapılarını açması temennisiyle işlenmiştir. Fatih ismi de bu kelimenin kökeninden gelir. Osmanlı sultanları Ayasofya’ya yeni kubbeler inşa edip bir külliye haline dönüştürmüşlerdir. Özellikle Sultan Abdülmecit döneminde çok kapsamlı bir restorasyon yapılmıştır. Yine bu dönemde Ayasofya’nın dışına medrese inşa edilir. Dönemin ünlü hattatlarından “Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı üzerinde Allah’ın, Hz. Muhammed’in, 4 halifenin ve Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isimlerinin yazdığı devasa levhalar Ayasofya’nın içine asılır. Kubbenin iç kısmına ise Nur Suresi 35.Ayeti olan ‘Allah göklerin ve yerin nurudur.” yazısı yine İzzet Efendi tarafından hat sanatıyla yazılır. Ayasofya camisinin kubbelerinin yuvarlak olması o dönemden sonra yapılacak olan tüm camilerin de kubbesinin aynı olmasının öncüsü olacaktır.

 

Yıl 1918…

  I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. İngiliz destekli yunanlar Ayasofya’yı tekrar bir kilise haline dönüştürmek ister. 1920 yılında Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordusu Yunanlıları İstanbul’a girmeden İzmir’de geri çevirir. 1923 yılında Atatürk’ün deyimiyle “İstanbul’dan da geldikleri gibi giderler…”

 

24 Kasım 1934…

 Amerika’dan gelen bir arkeoloğun Ayasofya’da yaptığı incelemeler sonucu Fatih Sultan Mehmet döneminde ince sıvalarla kaplanan  resim ve figürlerin gün yüzüne çıkmasıyla Ayasofya’nın kültür ve sanat yönü incelenmiş ve müze olması gerektiği söylentileri hızla artmıştır.

 

 1 Şubat 1935…

 Başbakan İsmet İnönü, 11 Bakan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün imzaladığı kararname ile Ayasofya Camii resmen müze haline dönüştürülmüş, her dine mensup insanların ortakça gezebileceği evrensel bir kültür mirası haline gelmiştir. Tarihi yapısı ve mimarisi nedeniyle bilimsel araştırmalara açılması, Atatürk’ün kültür ve sanata önem vermesi ve özellikle dünya barışına dikkat çekeceği gerekçesiyle bu karar uygun görülmüştür.   

 

 25 Temmuz 1967

  Katolik Hristiyanların lideri Papa VI. Paul Ayasofya’yı ziyaret ederek dua eder. Bunun üzerine Milli Türk Talebe Birliği yöneticileri tepki olarak Ayasofya’da namaz kılar. İşte tartışmaların fitilinin ateşlendiği dönem bu dönemdir. Bu tepkilerin büyümesi üzerine Ayasofya’da müze dışındaki Hünkâr Kasrı adıyla küçük bir kısım ibadete açılır. Ancak 2 ay sonra onarım gerekçesiyle bu bölümde kapatılır. Tam 11 yıl sonra 10 Şubat 1991 yılında dönemin kütür bakanı Namık kemal Zeybek’in emriyle bu bölüm tekrar ibadete açılır. Ancak müze kısmı ibadete açılmaz. 1996 yılında Ayasofya Dünya Anıtları İzleme listesine alınır ve 5 yıl boyunca kubbe ve minareleri restore edilir. Aynı zamanda UNESCO Dünya mirası listesine alınarak evrensel bir kültür mirası olduğu tescil edilir.

Çoğu insanın düşüncesi son günlerde sıklıkla duyduğumuz kılıç hakkı meselesi. Batılılar işgal etikleri bölgelerde camileri veya farklı ibadet alanlarını saygısızlık olmasın diye müze haline dönüştürmüş müdür? Veya Fatih Sultan Mehmet gibi Mustafa Kemal Atatürk gibi her görüşe saygı duymuş mudur? Bu soruların cevabını size bırakıyorum. İşte “Zincirler kırılsın Ayasofya açılsın.” düşüncesine sahip insanlarında bir Fetih Sembolü olan Ayasofya’nın ibadete açılmasının güçlü bir ülkenin batıya karşı bir gövde gösterisi olduğu düşüncesinde.

Ancak ortada bir gerçek var ki asırlarca olduğu gibi gelecek kuşaklarda da Ayasofya’nın akıbeti gündemden hiçbir zaman düşmeyecek. Bu tarihi mabedin asırlara tanıklık etmesi ve yapıldığı zamanın çok ötesinde bir mimariye sahip olmasının yanı sıra zekice tasarlanmış büyük sırlarıda bulunuyor. Hatta dünyanın en çok satan roman serilerinin yazarı ABD’li Dan Brown’un son kitabı Cehennem (İnferno) kitabında öykünün kilit konusu İstanbul ve Ayasofya. Aynı zamanda araştırmacı Göksel Gülensoy’un çektiği “Ayasofya’nın Derinliklerinde” belgeselinin görüntüleri ‘’Ayasofya’nın altının üstündekilerden çok daha heyecan verici olduğunu bizlere gösteriyor. Sayısız mimari harikanın yanı sıra, 800 yıllık çocuk aziz mezarları, Ayasofya’yı Topkapı Sarayı’na, hatta Tekfur Sarayı’na bağlayan tünelleri ve Anemas Zindanları’nın yeraltı uzantılarını keşfettiklerini söyleyen Gülensoy Ayasofya’nın altında ki mucizeyi bize aktarıyor.

 

 Tarih 10 Temmuz 2020

 Bu yazının hazırlandığı sırada bir tarihe tanıklık ettik. Konstantinopolis’i İstanbul, Hagia Sophia’yı Ayasofya yapan, peygamber övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle İslam devletine en büyük armağanı olan Ayasofya tam 86 yıl sonra tekrar Cami oldu… Hasret bitti şimdi vuslat vakti. Saygılarımla…