Dil nedir? Bu soruyu en yakın arama motoruna sorduğunuzda öncelikle karşınıza 51 farklı tanımdan oluşan uzun bir liste çıkacak. Bu çeşitlilik yine kendi dilimizin kavramlara yüklediği anlam zenginliğinin yanında, söz konusu kavramın ne kadar çok ve hatta her yönlü olduğunun da bir göstergesi. İnsanı ilgilendiren hiçbir konu yok ki bir noktada dile değinmesin. Bizim burada üzerine eğileceğimiz tanım ise “belli bir insan topluluğuna özgü sesli göstergeler dizgesi”. Bu göstergeler, yani çıkarabildiğimiz sesler coğrafyalara göre değişiyor. Bilmediğimiz, anlamadığımız bir sesler bütünü duyduğumuzda onun hangi dile ve millete ait olduğunu tahmin edebilmemizi sağlayan güdü de bundan kaynaklı. Doğuştan aynı olan yaratılışlarımızın çevreye göre şekillenmesi sonucu çeşitlenen şeylerden biri de gırtlak yapısı. Tıpkı Asya’da çekik gözlülüğün, Kuzey’de sarışınlığın, Güney’de esmer tenin baskın olduğu gibi; doğduğumuz sosyal ve fiziksel çevre gırtlak yapımızı ve o yapıdan çıkacak sesleri de belirliyor. Bu sesler bir sonraki aşamada dilin temellerini atacak olan parçalar aslında. Çok basit ve kuşbakışı düşünmek gerekirse, Kuzeyli insanların sert mizaçlı oluşlarına paralel olarak Slav dillerinin Türkçe konuşucularının kulağına keskin ve sert gelmesinin, diğer yandan Akdeniz milletlerinde hâkim olan rahat havanın sonucunda dillerinin de neşeli algılanması, örneğin İtalyancada her sözcüğün uzatılarak bitirildiği hissine kapılmamızın sebebi de aynı çevresel uyarıcılar. Hep merak etmişizdir, konuşuru olmayan insanların kulağına Türkçe nasıl geliyordur acaba? Ayrı bir tartışma konusu.
Sesli göstergeler dizgesi ortaya çıkmak için belirli bir insan topluluğuna ihtiyaç duyuyor demiştik. Bir oluşuma toplumsal grup diyebilmemiz için en az iki insana ihtiyacımız var. İki insan yan yana geldiğinde iletişmek(?) isteyecekler. Önceki paragrafta da bahsi geçen birkaç unsurun işleme tabi tutulması sonucu bu iletişim öyle veya böyle gerçekleşecek. Peki sonrası? Bu ortak yaşam kaçınılmaz olarak bir kültürü doğuracaktır. Tüm bu kronolojiye bakınca dilin kültürden önce meydana geldiği anlaşılmasın. Tavuk-yumurta meselesinden aşağı kalır bir kısırlığı olmayan bu ikilemi de cevaplamamak üzere rafa kaldırıp yolumuza devam edelim. Kültür ile dil ikiz kardeşlerdir desek çok da beylik bir laf etmiş olmayız. Bu ikiz kardeşlerin bir de abileri olacak olsaydı o da coğrafya olurdu herhalde. (Neden abla değil de abi deme eğiliminde olduğum ise tam olarak kendi dilimin ve kültürümün bendeki bir sonucu, veya öyle olduğuna inanmak istiyorum.)
Ada ülkesinde yaşayan ve balıkçılıkla uğraşan bir toplumun ihtiyaç duyduğu kelime haznesi ile verimli topraklarda yaşayan bir tarım toplumunun ihtiyaç duyduğu kelimeler elbette aynı olmayacak. Her toplum bu ihtiyaçlar doğrultusunda dilini şekillendirecektir. Örneğin, sıradan bir şehir insanı için sağ ve sol olmak üzere iki ana yön sözcüğü yeterince iş görürken, Avustralya’da yaşayan Aborjin toplulukların dillerinde sağ ve sol sözcükleri yok, bunlar yerine gerçek yönleri (kuzey, güney, kuzeydoğu, güneybatı gibi) kullanıyorlar.1 İşaret edecekleri yön onlar için sağ ve soldan daha fazlası çünkü. İstanbul’da size adres soran birine 200 metre kuzeydoğuya yürümesini söyleseniz herhalde pek hoş bir tepkiyle karşılaşmazdınız. Bu pencereden bakıldığında her şeyin müsebbibi olarak coğrafyayı tayin etmek pek kolay.
Afrika kıtasında binin üzerinde (bazı rivayetlere göre iki bin) dil konuşulduğu söyleniyor. Bu çeşitliliğin sebebi kültürlerinde yaygın olan kabilecilik olsa gerek. Dil, bir kimlik için gereken en temel malzemelerden biri olduğundan, hiçbir topluluğun/kabilenin bir diğerinin kimliği altına girmek istememesi, yani dilini kullanmaya yanaşmaması ve kendi özerk dilini oluşturmasına şaşmamalı. Ne kadar fazla dil o kadar fazla kültür demek. Bu kara kıtadaki kültür çeşitliliği ise bizi her seferinde şaşırtmaya devam ediyor. Örneğin, bazı Afrika dillerinde yeni doğan bebeğe “şey” anlamına gelen “kintu” deniyor. Bebek dil öğrenmeye, konuşmaya başladığı andan itibaren “muntu” yani “kişi/birey” olarak adlandırılıyor.2 Kısacası dil, bir toplumda insanın nesne olmaktan çıkıp birey olma hakkına karar verebilecek kadar elzem görülen, başköşeye oturtulan unsur haline de kolaylıkla gelebiliyor.
Dilbilimcilerin çoğunluğunun mutabık olduğu üzere dilde sözcükler ve anlamları arasında mantıksal bir ilişki yok. Tamamen keyfiyete dayalı rastgele bir ilişki var. Hepimizin masaya neden “masa” dediğimizi düşünüp içinden çıkamayışımız bundan. Diğer yandan, bir kelimenin gerçekten peşine düştüğünüzde onun nereden ithal edildiği tatmin edici bir cevap olmuyor. Ses özelinde incelendiğinde görülüyor ki ilk adımda rastgele ağızdan çıkanlar ardından gelecek yüklü bir anlam silsilesine de yön vermiş. Örneğin İngilizcede görme/görüş ile ilgili olan sözcüklerin büyük çoğunlukla gl harf çiftiyle başlaması tesadüf değil3 (glare: parıltı, glance: göz atmak, glimpse: anlık bakış). Hem tesadüf olmayıp hem rastgele kurulan bu anlam-sözcük ilişkisi dil ile birlikte yaşamaya devam ediyor. Nasıl ki toplumların algı mekanizması bir türlü çözülemiyorsa bu ilişki de o derecede gizemini koruyor. Yani, bir klişe olarak, bilgisayar sözcüğü bu kadar günlük hayatımıza yerleşmiş ve benimsenmişken özçekim neden yüzlerin buruşmasına sebep oluyor kimse bilmez.
İki farklı canlı olan dil ile insan arasındaki alışveriş her zaman devam edecek şüphesiz. Bu alışverişin iniş çıkışlarını öngörmeye çalışmak beyhude. Bu çaba ne kadar beyhude ise dillerin birbirine olan alışverişine engel olma çabası da o kadar beyhude. En az dil ile insanın ilişkisi kadar doğal olan diller arası ilişki ve alışveriş de hak ettiği saygıyı görmeli. Coğrafyanın etkisinden yukarıda da bahsettiğimiz üzere, özellikle Türkiye gibi –tabiri caizse- kavganın göbeğinde yer alan bir toplumun ve dolayısıyla dilin bu denli etki altında kalmasına çoktan alışmış olmamız gerek. Etkinin çoğu zaman karşılıklı olduğunu unutmayalım. Bu şekilde düşünüldüğünde kültürlerarası etkileşim bizleri çok heyecanlandıracaktır.
Ayşe Betül Aytekin
______________________________
1Lera Boroditsky - “Dil, düşünce şeklimizi nasıl ekiliyor?” TED 2017
2An Introduction to Language - V. Fromkin, R. Rodman, N. Hyams
3An Introduction to Language - V. Fromkin, R. Rodman, N. Hyams