Gösterdiğimiz tüm çaba, döktüğümüz tüm alın teri, para kazanmak için verdiğimiz emekler günün sonunda tek bir noktada birleşiyor: Ekmek parası. Stres ve yorgunluk dolu bir pazartesi akşamının yemeğinde masada eksik olan bir ekmek; bize o günün tüm hesaplaşmasını, çektiğimiz cefaların tüm itirazını derleyip toplayıp koyar önümüze. Peki ya tuzsuz bir yemekten çıkan kavgalar, ekşi bir salatanın buruşturduğu yüzler, acı bir çorbanın yaktığı diller, besmele ile oturulan sofralardan memnuniyetsiz kalkmalar…
İştahsız bir çocuğun peşinden elinde kaşıkla koşturan anneye benzetiyorum insanın rızkını. Geldiğinde elin tersiyle itilen, gelmediğinde yandan yandan nerede kaldı diye bakılan… Kimi zaman da nereden ve nasıl geldiği sorgulanmadan atlanan tabaklar. Hani “Üzümünü ye, bağını sorma” derler ve ardından otuz iki diş sırıtırlar. “Yemek buldun ye, dayak buldun kaç.” diyerek de gamsızlıklarını açgözlülükle perçinlerler. İşte insan rızkını bu nasipsizlik perdelerinin ardından kendini göstermeye çalışan bir somun ekmeğe benzetiyorum. Fırından yeni çıkmıştır ve siz onu plastik poşete koymuşsunuzdur. Eve geldiğinizde elinizde kalan çıtır çıtır bir ekmek değil, hamura dönmüş bir somundur. İşte rızık bu günlerde plastik poşete atılmış sıcacık bir somun ekmek.
Biz ki bahçedeki kırmızı eriklere dikilen gözlerimizi derhal çekip kendimize “Sahibi kim ola ki?” sorusunu soranlardık. Biz ki tanımadığımız insanların bahçesinden dış yola dökülen dutları görünce “Yazık şu dutlara, yazık oluyor böyle.” diye diye el uzatmadan yanından geçenlerdik. Biz ki pazar yerinde malı yere düşmüş sebze tezgahının biberini yerden alıp “Abi sebzelerin ziyan olmasın.” diyenlerdik. Biz ki boş bir arazinin meyvesini görünce “Bu kamu malı mı, özel mülk mü?” diye fetva arayanlardık. Biz ki eve gelen bir poşet inciri görünce balıklama atlamayıp getiren kişiyi “Nereden topladın, kim verdi, parasını verdin mi, helallik istedin mi, kimin bahçesinden, sahibinin haberi var mı” gibi sorularla getireceğine getirmeyeceğine bin pişman edenlerdik. İki kişi bir çikolatayı bölüşeceğimiz zaman büyük dilimi karşı tarafa verip vicdanını serin tutanlardık. Beş kişilik bir ailede dört dilim çıkan keki yanındakine verip “Benim canım istemiyor, ben pek sevmiyorum bunu.” diyerek hakkından feragat edenlerdik. Peki ne oldu bu güzelliklere? Tabağında yemek bırakmamak için midesinin sınırını zorlayan insanlar nasıl oldu da başkasının hakkına göz dikerek zorladı sınırlarını?
Helal lokmadan kastımız sadece içinde alkol, domuz vs. olmayan yiyecekler ise halimiz harap demektir. “Gönülsüz bahçenin gülü derilmez.” diyerek meselenin hak kısmına zarif bir şekilde dokunuyor Neşet Ertaş. Aslında olaylara sadece helal haram noktasından bakmamak gerek. Mesela başkasının önünde yenilen hiçbir lokma boğazımızdan geçmemeli, bir çocuğun gözünün içine baka baka çikolata yememeli, oruçlu bir insanın karşısında ağzımız mühürlü olmalı, durumu olmayan kişiye elimizdeki yiyeceği bölüşmemeli, hepsini ona vermeli. Verme şuuru, infak idrakini ruhumuzun her yerine yedirmeli, özümsemeli. Evimizde pişen komşumuza düşmüyorsa bereketsiz kalan sofralardan kendimizi mesul tutmalı, fakir bir çocuk ekmek çaldı diye yargılanıyorsa önce Müslümanlar olarak o çocuğun rızkını hangimizin yediğini sorgulamalı, evine bayat ekmek bile götüremeyen bir adamın çaresizliği içimize oturmuyorsa midemize oturan yemeğin sebebini dışarıda aramamalı, bir garibanı evimizde ağırlayıp karnını doyurmuyorsak yemeğin tadını kaçıranın tuz olmadığını bilmeli.
Artık doyum sırasını midemizden gönlümüze doğru çıkarmalı. Ruha ve kalbe yapılan tüm yatırımları manevi doyum olarak özümsediğimiz zaman Allah’ın rızkını her daim eksiksiz vereceğinden emin olalım. Bize düşenin Kuran’ı yegane nimet bilip ondan en güzel şekilde istifade edebilmek olduğunu bilmeli:
Rabbin, rızkı dilediğine genişletip daraltır. Kuşkusuz O, kullarına karşı her şeyden haberdar olan Habîr, her şeyi gören Basîr’dir. (İsrâ 30)
Nice canlı vardır ki, kendi rızkını taşıyamaz. Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, işiten ve dualara icabet eden Es-Semi’, her şeyi bilen El-Alîm’dir. (Ankebût 60)
Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir dilediğine de daraltır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir. (Ankebût 62)
De ki: “Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?” De ki: “Allah’tır!” (Sebe 24)
De ki: “Şüphesiz ki Rabbim, rızkı dilediğine genişletir, dilediğine daraltır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe 36)
De ki: “Şüphesiz ki Rabbim, kullarından dilediğine rızkı genişletir, dilediğine daraltır. Her ne infak ederseniz Allah yerine başkasını koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe 39)
Allah’ın rızkı dilediğine genişletip dilediğine daralttığını bilmediler mi? Şüphesiz ki bunda, iman eden bir topluluk için ayetler vardır. (Zümer 52)
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Rızkı dilediğine genişletir, dilediğine daraltır. Çünkü O, her şeyi bilendir. (Şûrâ 12)
Allah, kullarına karşı latiftir. Dilediğini rızıklandırır. O, güç ve kuvvet sahibi olan El-Kaviy, izzet sahibi, her şeyi mağlup eden El-Azîz’dir. (Şûrâ 19)
Şayet Allah kullarına rızkı genişletseydi hiç şüphesiz, yeryüzünde taşkınlık yapıp haddi aşarlardı. Fakat O dilediği ölçüde rızık indirir. Şüphesiz ki O, kullarının durumundan haberdar ve onları görendir. (Şûrâ 27)
Rızkınız ve size vadolunan hayırlar semadadır. (Zâriyat 22)
Hiç şüphesiz Allah, çokça rızık veren, kuvvet sahibi ve hiçbir şeyin kendisini yıpratamayacağı, müminlere metanet veren El-Metîn’dir. (Zâriyat 58)
Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse O, kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah, dilediği emrini yerine getirecek olandır. Muhakkak ki Allah, her şey için bir ölçü, zaman, vade tayin etmiştir. (Talak 3)
Rızkınızı kestiği takdirde, Allah’ın dışında sizlere rızık verecek kimmiş? Hayır, öyle değil! İşin aslı onlar bir inat, başkaldırı ve hoşnutsuzluk içinde diretiyorlar. (67/Mülk 21)