Yolda değneği ile birlikte yürüyen, sandalyesini kollarıyla kuvvetli bir şekilde iten, derdini elleri ve mimikleriyle anlatan ya da karşısındaki kimseler tarafından hiçbir zaman anlaşılmayan nice engelli insanla birlikte yaşıyoruz. Fazlasıyla genel bir kategori öyle değil mi engelli terimi? Fakat zihnimizde canlanan sadece bir veya daha fazla yetisinden mahrum olan insanlar. Klişelere dokunup empati tuzağına düşmeden onları anlamak mümkün müdür? Bu sayımızda bu soruya cevap aradık. Acıyarak ağlanası bir tablo inşa edip ibret dersleri (!) vermek yerine onların da her şeyleriyle bizden olduklarını, sevinciyle üzüntüsüyle heyecanıyla kederiyle bizim paylaştığımız hayatı yaşadıklarını aktarmak kuşkusuz engelli insanların problemlerini çözebilmek için daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Yani başka bir ifadeyle birbirimizi anlamak için aramızdaki engelleri kaldırmalıyız. Bakış açımızı değiştirmeli, onları fiziksel bir yoksunluk çekmeyen ama yaşamda birçok engelle karşılaşan ve bunları aşmaya çalışan herkes gibi bir birey olarak değerlendirmeliyiz. Aslında itiraf etmek gerekirse bu sunuş yazısını fazlasıyla zor bir şekilde kaleme alıyorum, dönüp siliyor ve tekrardan yazıyorum. Zira istemsiz de olsa engelli insanları bir şekilde büyük “biz”den ayırmaktan, onları ayrı bir dünyanın insanı olarak görmekten ve başka bir hayatı yaşadıklarını ima etmekten çekiniyorum. İçerikte birçok engelli kardeşimizin de aktardığı üzere, onları görmeyen gözlerimiz, işitmeyen kulaklarımız ve anlamayan zihinlerimizin aksine, onlar da bizim yaşadığımız aynı hayatı paylaşıyorlar. Gülüyorlar, ağlıyorlar, seviniyorlar, üzülüyorlar, heyecanlanıyorlar, sıkılıyorlar, hayal ediyorlar, düşlüyorlar… Peki ya farkımız? Aslında yok desek abartı etmiş olmayız. Bir şekilde gözleri görmeyen, kulağı işitmeyen, konuşamayan, yürüyemeyen bir kimsenin muadillerinden yegâne farkı, bahsi edilen duygu ve heyecanları bir engelle birlikte yaşamalarından başka bir şey olmasa gerek diyerek sizleri bu ayki içeriğimizle baş başa bırakıyoruz.
Bu ay dergimizde birbirinden güzel ve ilginç içerikler sizleri bekliyor. Dosya konusunda Ayşe Başbozkurt bizlere körlüğün rengini yazdı. Ayşenur Yavuz, çoğumuzun paylaştığı engelleri paylaştı. Nagehan Elif Akyağ, engelli insanlara karşı yükselttiğimiz bariyerleri ve eşitlik ve adalet ikilemini değerlendirdi. Hatice Beyza Öztürk, engellilerin Türkiye’deki yasal olan haklarını araştırdı. Mahinur Özdemir konuya başka bir açıdan yaklaştı ve insanın muhtaçlığını irdeledi. Yine bir engelli yazar olan Ayşenur Domaniç Yelçe’den alıntımız var bu sayıda. Dosyamızla ilişkili olarak ise işaret dili sayfamız, Büşra Ayder’in azmini ifade eden şiiri, engelliler hakkında doğru bildiğimiz yanlışlar ve engellerini aşarak hayallerini elde edenlerin sayfaları sizleri bekliyor. Dosya dışında ise Ali Atunkaya, Koca Yusuf'un yürek burkan hikayesini sizlere aktardı. Sümeyye Çiftçi, ibret konusunu ele alan kısa bir deneme kaleme aldı. Yüksel İpek Karayılan, Ramazan’da hepimizin paylaşması gereken bir rüyayı yazdı. Reyyan Beyza Baykan’ın ise bir önerisi var: korona virüs gündeminin zirve yaptığı şu günlerde acaba Çinlileri kuru fasulye pilava alıştırabilir miyiz? İsmail Yasin Avcı, uzak ama aynı zamanda çok yakın olduğunu hissedeceğiniz bir diyardan, Nijer’den sizlere haberler getirdi. Selamet Haşim ise Kojin Karatani’nin Dünya Tarihi’nin Yapısı adlı kitabının tahlilini yine sizler için yaptı. Son olarak Mehmet Eşref’in takvim yaprakları ve Mehmet Ali Özdemir’in Lügatçe sayfaları da her zamanki yerlerinde sizleri bekliyor.
Genç Öncüler olarak her koşul ve durumda hakkı dile getirip istikamet üzere olma sorumluluğumuzu yerine getirme gayesiyle bu ayki dergimizi siz değerli okuyucularımızın idrak ve anlayışlarına sunuyoruz. Her sözümüzün başı Allah'ın adı ile ve yine her sözümüzün sonu Allahualem olmak üzere.