Çoklarımız için hayat, dünden uzaklaştıkça daha kötü ve kire daha yakın gözükür. Mazi yitirilmiş altın çağımız, gelecek ise hasreti duyulan o vakitten gittikçe uzaklaşmamız, geriye dönemeyecek olduğumuz düşüncesidir. İşte böylesi bir durumda hatırlarız. Hatırlamak geriye dönme imkânımız, geçmişin saflığı ve tekrar edilmezliğinde vaki olan tecrübeyi yeniden taklit etme arzumuzdur. Hatırlarız çünkü bugünü anlamlandırmamız, geçmiş ile kurulacak bir bağ vasıtasıyla an’ımızı inşa etmemiz gerekir. Zihnimizde geçmişe dair uçuşan nesneler olan hatıralar ise yine işte bu inşaatın mamulü, dekorasyonu ve motifidirler. Fakat aynı zamanda çok kez ifade edemeyeceğimiz üzere bir ruh sahibidirler. Geçmiş ile ilişkili her şey ne de derin anlamlara sahip, manidar ve olduğundan daha da fazlasıdır değil mi? Dünden miras kalmış sayısız benzeri olan bir eşya asla diğer muadilleriyle bir olmadığı gibi sürekli tecrübe edilen bir an, duygu ve düşünce de ancak dün ile ilişkili olduğunda diğerlerinden farklı gibi gözükür. Çünkü geçmişin ağır yükü olan hatıra, her ne ise ona bir hatır kıymeti biçmiştir. Hatırlarız, zira geçmiş ya bir nesnenin çokları için sıradan ve bayağı gözüken detaylarında yalnızca kendisini bilene sırlarını açar ya da ancak hatırlayarak tekrar edeceğine inandığımız fakat başkaları için fark edilmeyen ilk yaşantı ve tecrübede anlamlı gözükür. Bu yüzden bugün yaşayabilmek için hatırlamaya, etrafımızda bizi kuşatan her şeyi dünden bağımsız olmayan bir anlamla resmetmeye mecburuzdur. Bir diğer ifadeyle hatırlamaz isek yarında tekrar edecek bir dünün olduğuna inanamayız.
Biraz daha popüler olarak ele aldığımızda da benzer bir gündem karşımıza çıkmakta. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” edasıyla mahrumiyet içerisindeki dün, her zaman bolluk ve ferahlık içerisindeki bugünden daha parlak ve ulvi, kirden ve ahlaksızlıktan uzak, mutlu mesut insanların yaşadığı bir sahadır. Hatta ülkeyi kan götürdüğü, yaşam standartları ve geçim imkanlarının asla bugün ile kıyaslanamayacağı şundan bir yirmi yıl öncesi hakkında konuştuğunuzda dahi “ah eskiler!” diye iç çekenleri bulmak mümkündür değil mi? Geçmişte inanç daha sahici, akraba ve arkadaş ilişkileri daha samimi, insanlar daha gayretkar ve sabırlıdır. Dahası, olup olabilecek her şeyin en güzel ve tam yaşanmışlıkları yine geçmişte tecrübe edilmiştir. Büyük kavga geçmişte verilmiş, “iyi insanlar (mazide kalan) atlarına binip” bizleri terk etmeden önce bir kez daha aynı şiddetle vaki olmayacak zorluk ve mücadele şartları altında “en büyük” kötülerle vuruşmuş, ya galip gelmiş ya mazinin ritimli ve müzikli hatıralarına konu olmuşlardır. Bu ayki sayımızda hatıra ve hatırlamanın bu rolünden örnekler ve değerlendirmeler ile karşınızdayız.
Dosya konumuzda yazarlarımızdan Fatma Sena Yabanigül, zamanın üzerimizdeki bıraktığı değişim izlerini aynalar ve fotoğraflar üzerinden ele aldı. Hatice Beyza Öztürk, hatırların kutsi saatine sıkışmış eşyaların hakikatli ruhlarının izini sürdü. Nagehan Elif Akyağ, başlarını sürekli düne dönük tutup öğüt verenleri ve geçmişe sıkıştırdıkları nasihatin yeni nesil üzerindeki tesirini işledi. Osman Zinnur Aksu, hafızanın rolünü güncel meseller üzerinden ele aldı. Mahinur Özdemir, Barış Manço ve şarkıları vasıtasıyla hatırasının bugüne değin uzanan anlamını ele aldı. Esra Akgül, çocukluğuna borçlu kalanları sizler için “anımsadı”. Kübra Yağmur, geçmişle “hesaplaşmada” sürekli gündemde olan bir konu, gelenek ve modernite ikilemi hakkında bir değerlendirme yazısı kaleme aldı. Dücane Demirtaş ise hatırlamanın işlev ve biçimlerini “hatırlattı”. Dosya dışında Arif Yasin Kavdır’ın Müslüman’ın temsiliyet ve örnekliğini sorguladığı bir yazıyla karşınızdayız. Yine Meryem Nur Uğurtay, modern zamanda sapmalara karşı Müslümanın göstermesi gereken tavrı ele alırken genç kalemlerimizden Yüksel İpek Karayılan sizler için kısa bir hikaye kaleme aldı. Murathan Çölyen, toplum binasının üzerine inşa olduğu hukukun rolü ve önemine atıf yaparken Ramazan Dündarkaya bugünlerde sıkça rastladığımız bir fenomeni, temsiliyeti olmayan kof bilgi üretme çabasını yazdı. Bu sayıdaki araştırma yazılarımızda ise tasavvuf alanında sırasıyla Hüsamettin Malkoçoğlu, Muhammed İkbal’in Cavdiname’sindeki ebediyyet kavramını, Ömer Faruk Gündüz’ün ise Ahmed Gazali’nin Hüsn-ü Aşk’ındaki seyr-i sülük kavramını işledi. Yine Hüseyin Uzuner, dinler tarihi alanında en önemli Müslüman düşünürlerden olan Şehristani’nin el-Milel ve’l-Nihal adlı eserinin incelemesini bizlere sunarken Ziya Dede, Amerika’daki kolonileşme sürecini ele aldı. Coğrafyamıza dair güncel başlıklar altında Abdullah Özbay, Libya savaşının kaderini değiştirebilecek yerli ve milli silahlarımızı incelerken Mohammed Shamsuddin, Hindistan’da yakın zamanda çıkan yeni vatandaşlık yasası karşısında Hintli Müslümanların durumunu gözler önüne serdi. Orta sayfada Ezhar-ı Hakikat ve 10 soruda kime güvenilir/ güvenilmez sayfalarımız bu ayda aynı yerlerinde sizlerle. Film tahlili sayfamızda, Necati Cumalı’nın Susuz Yaz adlı romanının 14. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü alan Metin Erksan yapımı filminin tahlilini Burak İdi yine sizler için yaptı. Son olarak ise bu ayki sayımızda şiir sayfalarımız hayliyle kabarık. Begüm Kıtay, Şahitlik; Uğurcan Bay, Kaf Dağındaki Şiir; Hakan Tuğrul, Kendine Gelen Sözler ve arka kapakta Muhammed Bedreddin ise Unuttuğum Renkler adlı şiirini yazıya döktüler.
Genç Öncüler olarak her koşul ve durumda hakkı dile getirip istikamet üzere olma sorumluluğumuzu yerine getirme gayesiyle bu ayki dergimizi siz değerli okuyucularımızın idrak ve anlayışlarına sunuyoruz. Her sözümüzün başı Allah'ın adı ile ve yine her sözümüzün sonu Allahualem olmak üzere.
Bu Sayıdaki Yazılar:
BAŞLIK | TARİH |
---|---|
Susuz Yaz | 12 Mart 2020 |